Aslında epey gecikmeli bir ziyaret bu. Her yıl Çeşme’de yanında kaldığım arkadaşım bana ısrarla bir gece “Serap’ın yeri”ne gitmemiz gerektiğini söylüyor ama bir türlü fırsat bulamıyoruz. Serap kim ve yeri neresi bilmiyorum ama sürekli böyle bir muhabbet dönüyor ve ben kısa da kalsam uzun da gelmiş olsam fark etmiyor. O gün bir türlü gelmiyor.
Serap’ın yerinin ilk başta bazı olumsuz gözüken tarafları var. Bir kere Çiftlikköy’de ve 10 metre yürümemeyi kar sayan İzmirliler için burası başka bir coğrafya demek. Önüne otomobille gidilmiyor, etrafta park yeri sınırlı ve, evet, yürümek gerekiyor.
Bir de rüzgar var. Dünyanın en iyi rüzgar alan coğrafyasında tatil yapanlar her yaz Çeşme’nin insanı aptal eden rüzgarından şikayet ederler. Ben o rüzgarın içi dolu rakı şişesini masadan uçurup yere kondurduğuna bizzat tanık oldum, o yüzden haklı bir kaygı. İnsan eğer kafayı takarsa Serap’ın yerine gitmemek için onlarca bahaneyi alt alta yazabilir.
Ancak bu sene Serap’ın yerine gitmemiz zorunluluk oldu. Sadece geçen yazlarda ihmal ettiğimiz için değil. Arkadaşım beni nasıl tavlayıp götüreceğini nihayet bu yaz aklına geldi ve “Serap kim biliyor musun?” diye başladı.
BASIN TARİHİNDEN BİR FİGÜR
“Serap Sokullu,” dedi. “Sayan Sokullu’nun kızı.” Yakın zamanda Metin Münir’in “Sabah Olayı” kitabını yeniden okuduğumda—birkaç kere bahsetmiştim burada—bu isim hemen çağrışım yaptı. Sayan Sokullu, Selanik’te kurulan ve daha sonra İzmir’e taşınmak zorunda kalan ve Yeni Asır ismini alan gazetenin iki kurucusundan birinin, Abdi Sokullu’nu, oğlu. Metin Münir gazetenin ortaklık yapısını, hisselerin devredilişini, Sokullu ailesinin Yeni Asır’dan çekilmek zorunda kalmasını ayrıntılarıyla anlatıyor. “O yüzden Serap’la konuşacak çok konunuz var,” dendi bana.
“Hatırladığım kadarıyla baban gazeteyle pek ilgilenmezmiş,” diyorum sofrada konuyu medya tarihine getirip.
“Hayır,” diye itiraz ediyor Serap. “Şoför her sabah 8:00’de önce babamı almaya gelir, ardından da Dinç Bilgin’i alırdı.” Serap dönemin her türlü ayrıntısına hakim ve onunla sohbet ettikçe bir kitap daha çıkabileceğini düşünüyorum.
Üç yazdır gelmeye çalıştığımızı, nihayet bu sene yolumuzun düştüğünü söylediğimdeyse geçtiğimiz yazların çok sönük geçtiğini komplekssizce anlatıyor. Serap Sokullu aslında İstanbul’da önemli bir hukuk firmasında çalışıyor, Çiftlikköy’deki meyhane ise ilk başlarda asıl işi değil, bir akrabasına oyalanması için başlattığı bir girişim. Önce hamburgerci olarak faaliyet gösteriyor, sonradan Salla Meyhane adını alıyor ve hala öyle devam ediyor.
Tuhaf, hatta kendisinin de açıklayamadığı bir şekilde bu yaz tam anlamıyla kulaktan kulağa duyularak patlıyor Salla Meyhane. Hemen her akşam dolu ve önceden rezervasyon şart. Kaldırıma ve denizin kıyısına yayılan tahta masalarıyla Çeşme’nin hala bozulmamış, Yunan adalarını andıran Çiftlikköy'ünde iddiasız ama güzel bir yer. Müşteriler tam anlamıyla eski Çeşme. Kalabalıktan, şaşaadan uzak, yaz tatiline uygun bir mekana iyi yemek yiyip içki içmek için gelmişler ve bir süre sonra evlerine çekilecekler.
Çeşme’de son yıllarda o kadar çok yer açıldı, o kadar iddialı lokantalar anormal fiyatlarla müşteriyi kazıklamaya kalktı ki insanların makul, verdiği paraya değecek bir yer bulma arayışı anlaşılır. Çeşme ve Alaçatı hattı çok pahalı ve çok kötü lokantalar cenneti büyük ölçüde. Yaz akşamına uygun yemek için Çiftlikköy’e gitmek, rüzgara aldırış etmeden geceyi geçirmek gerekiyor artık. Dünyanın en iyi balık lokantası değil belki, ama Çeşme’de ihtiyacımız olan ve özlediğimiz bir mekan.
PLAJIN UZANTISI
Resmi adı Salla Meyhane olan Serap’ın yeri geçmiş yazlardan kalma bir anı gibi. O akşam ne yediysek güzeldi, gerçi mezeleri seçen arkadaşlarım dolaptan yoğurtlu ne varsa sipariş vermişlerdi. İlk ders: meze seçimini başkasına bırakma. Kimi mezelerin çok daha basit olması gereken karmaşık adları var: Çingene vs. gibi. Halbuki yoğurtlu kabak, yoğurtlu ceviz, acılı yoğurt daha uygun olabilir.
Ben kafayı sadece zeytinyağlı yemeye taktığım için biraz zorlandım; cibez benzeri bir ot ve deniz börülcesi dışında bir seçenek yoktu. Bu konuda daha fazla çalışacaklarının taahhüdünü aldım. Birkaç gece önce giden birileri dil şişi öve öve bitiremedi ama Serap kendi tarifi olan köfte yaptıklarını söyleyince reddedemedim. Son porsiyondu, taze patates kızartmasıyla gelmişti. Bir tabak daha patates kızartması söyledik, bir tencere dolusu geldi. Tıpkı salata gibi.
Serap’ın muhabbeti gibi kepçesi de bol. Duble salata bir dağ şeklinde geldi. Asla ama asla sipariş vermeyeceğim Vietnam usulü “spring roll” ise Serap’ın ikramı olarak masamıza geldi ve belki de akşamın en etkileyici sürpriziydi. Fiyatlar çok uygun.
Masada üzerinde Fun Beach yazan ıslak mendiller var. Aşçı da bir zamanlar Çeşme’deki en iyi plaj yemeğini yapan—çoktandır bu ünvanı Momo’ya kaptırdı—Fun Beach’ten transfer. Gündüz plajda su sporlarında çalışan Hakan gece barın arkasında ve anladığım kadarıyla ayakta duramayacak halde olanları motoruyla eve bırakmak gibi bir işlevi de var. Altınkum’daki Fun Beach’le mekanın akrabalık bağı varmış zaten: su sporlarını Serap’ın ağabeyi işletiyor. Paragliding için sözleştik Hakan’la ama bir sonraki yaza kaldı.
Yakın zamana kadar Çeşme’de ritüelim gündüzü Fun Beach’in buz gibi denizinde tamamladıktan sonra havanın kararmasını beklemek, plajdaki masalarda iyi bir ekibe rastladıysam saatlerce üzerimde tuzla sohbet etmek ve günü sabaha karşı bitirmekti. Çoktandır bunu yapmıyorum. Çünkü gide gele ben de rüzgar ve Çiftlikköy’ün uzaklığı gibi bahanelere sığınmaya başladım. Şimdi plaj sonrası geceyi Serap’ın yerinde uzatmak cazip bir seçenek.
★ İyi
Yıldız tablosu
★★★★ Olağanüstü
★★★ Mükemmel
★★ Çok iyi
★ İyi