Japonlar neden obez değil
Amerikalıların yaklaşık yüzde 42'si obezken, Japonların sadece yüzde 4,5'i obez. Görünüşe göre Japonya, ismi lazım olmayan bazı zayıflama ilaçlarına ihtiyaç duymayan bir ülke. Japonya'da, yasalara göre her okul profesyonel bir beslenme uzmanı bulundurmak zorunda. Japon hükümeti çıkardıkları yasalarla sizi obez olmaktan adeta koruyor.
Sorumuz şu: Japonlar neden obez değil.
Genetik yatkınlık olabilir mi?
DNA'larında onları bu kadar ince tutan bir şey olmalı diye düşünüyor insan. Ama değil. 20. yüzyılın başlarında çok sayıda Japon işçi Hawaii'ye göç etti ve şu anda dört nesildir adada yaşayan Japonlar var. Bunlara Hawaili Japonlar deniyor. Genetik olarak Japonlara çok benziyorlar ancak aradan geçen 100 küsur yıldan sonra, Hawai'de yaşayan Japonların kilolu oldukları ortaya çıktı. Hawaiililerin %24,5'u obezse Hawaili Japonların %18,1'i obez çıktı. Bu da Hawaili Japonların, Japonya'daki insanlara göre obez olma ihtimalinin 4 kat daha fazla olduğu anlamına geliyor.
Japonya'nın zayıflığının sebebi genler dışında bir şey olabilir. Japon mutfağı olabilir mi?
Japon mutfağının en temel özelliği sadelik
Bir japon için ne kadar basitse o kadar iyidir.
Japonlar geleneksel olarak çok fazla et yemiyor. Bir ada ülkesi olduğu için balığa değer veriyorlar. Uskumruyu ızgarada hiçbir şey eklemeden pişiriyorlar. Dünyanın diğer mutfaklarında yemeğe pek çok şey ekleniyor; yemeği lezzetli hale getirmek için tereyağı, limon, otlar, soslar, baharatlar ve başka bir sürü şey eklenebiliyor. Ama Japon tarzı bunun tam tersi. Yemeğin doğasında olan lezzeti ortaya çıkarmak için yemeklere hiçbir şey eklemiyorlar. Yemeğin en makbul olanı fazladan bir şey eklenen değil eksik tutulan oluyor. Bütün mesele malzemelerin doğal tadından mümkün olduğunca faydalanmaya çalışmak. Japon aşçılara göre "az çoktur". Yedikleri pilav bizim bol tereyağlı pilavımızdan değil. Pirinci tuz ve yağ kullanmadan haşlayarak, lapa olarak yiyiyorlar.
Ayrıca tüm yemekleri az pişmiş ya da çiğ olarak tüketiyorlar. Daha çok haşlama, buharda pişirme ve ızgara gibi yöntemlerle yemekleri hazırlayan Japon kadınları neredeyse hiç kızartma yapmıyor. Bu yöntemlerle yiyecekler besin değerlerini de kaybetmiyorlar. Japon kadınları ne yaşlanır ne şişmanlar diye boşuna denmiyor.
Japon beslenme tarzı yüzde 26 yağ içerir
Japonların klasik sofrasında ızgara balık, yenebilir yosun türleri, haşlanmış sebzeler, bir kase pirinç, soya, tatlı yerine geçen meyveler ve matcha yani yeşil çay bulunur. Yüksek kalorili yemiyorlar. Fast food da tüketmiyorlar. Balığa dayalı bu beslenme tarzı Japonların daha yüksek dozlarda Omega-3 benzeri ‘iyi yağlar’ aldıkları anlamına geliyor. Japonya’da işlem gören ve rafine edilmiş yiyecekler de batıya nazaran az. Japonlar tarafından tüketilen toplam kalori miktarı da diğer ülkelere göre çok daha az.
Bu konu üzerinde biraz duracağız. Çünkü sorumuzun cevabının bir kısmı bu olmalı...
Üçgen yeme prensibi
Japon yemekleri çok küçük porsiyonlara sahiptir, tipik bir öğünde en fazla beş porsiyon olur. Japon kültüründe yemekle ilgili öğrenmeniz gereken ilk şey “üçgen yeme” prensibidir. Biz Türkler olarak genellikle yemeğe çorbayla başlar çorba bitene kadar sadece çorbayı içeriz, arada başka yemeğe geçmeyiz. Japonya'da bu tuhaf karşılanır. Hatta bu japonlara göre kaba bir yemek yeme şekli. Yemek üçgen şeklinde yenmelidir. Önce çorbayı biraz için, sonra garnitürden bir ısırık. Sonra pilavı deneyin, bir kaşık. Sonra uskumruyu, yine tek bir lokma. Sonra geri dönün ve çorbanın tadına bir kez daha bakın. Bu aynı zamanda sizi sağlıklı tutmanın da anahtarıdır. Dengeyi korursunuz, böylece çok fazla yememiş olursunuz. Her şeyin tadına azar azar bakar, doyarsınız.
Duraksayarak yemek
Öğrenmemiz gereken ikinci şey ise ne zaman durmamız gerektiği. Japonya'da size çok erken yaşlardan itibaren sadece %80 doyduğunuzu hissedene kadar yemeniz öğretilir. Vücudunuzun yeterince yediğinizi hissetmesi zaman alır. Doyduğunuzu anlamak için ufak molalar verip kendinizi dinlemelisiniz. Yemek yerken tokluk hissine ulaşırsanız, kesinlikle çok fazla yediniz demektir. Japonlar masadan aç kalkarlar.
1920 öncesinde Japon yemek kültüründen bahsedilemiyordu
Japonya'nın yemek kültürünün yakın bir zamanda icat edildiğini öğrenmek sizi şaşırtacak. Cambridge Üniversitesi'nde Doğu Asya Tarihi profesörü Barak Kushner, First Bite adlı kitabın yazarı Bee Wilson'a 1920'lere kadar Japon yemeklerinin çok da sağlıklı olmadığını anlatıyor. 1920'den önce taze balık haftada sadece bir kez yenirdi, diyette protein oranı tehlikeli derecede düşüktü ve güveç ya da tavada kızartma pek yaygın değildi. Ortalama yaşam süresi 43'tü. Ancak İmparatorluk Japonya'sı sağlıklı askerlerden oluşan bir ordu kurmak için kolları sıvadığında yeni bir yemek kültürü aranmaya başlandı. Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinden sonra ülke harabeye döndüğünde bu dönüşüm hızlandı.
Japonya'da okullardaki beslenme şekli
Japonya'da, yasalara göre her Japon okulu profesyonel bir beslenme uzmanı bulundurmak zorunda. Beslenme uzmanı çocuklara verilecek yemeklerin taze ve sağlıklı olmalarını şart koşan katı kurallar doğrultusunda okul yemeklerini organize ediyor. Yemeklerin nasıl pişirildiğini denetliyor. Daha sonra çocukları beslenmenin önemi konusunda eğitiyorlar. Sonra da ebeveynlere aynı konuda eğitimler veriyorlar.
Okullarda yemekler genellikle beş küçük porsiyondan oluşuyor: Biraz beyaz balık, bir kase sebzeli erişte, süt, beyaz pirinç haşlama ve küçük bir topak tatlı macun. Tüm çocuklar aynı yemeği yiyor ve paketlenmiş hazır öğle yemeği yasak. Burada hiçbir öğüne işlenmiş ya da dondurulmuş gıda girmiyor.
Yemekleri önce okul müdürü deniyor
Yemek hazır olduğunda bir tepsi okul müdürüne gidiyor. Her okulun müdürünün öğle yemeklerinin beslenme kurallarına uygun olmasını sağlaması yasal bir zorunluluk. Ayrıca müdürlerin çocuklarla aynı öğle yemeğini yemesi; güvenli, besleyici ve lezzetli olduğundan emin olmak için ilk önce kendisinin yemesi bir gelenek. Yemek müdür tarafından onaylandıktan sonra yeniyor. Yemeğe başlamadan önce, bir çocuk sınıfın önünde bugünün yemeğinin ne olduğunu, Japonya'nın hangi bölgesinden geldiğini ve farklı çeşit yemek yemenin sağlık açısından önemini anlatıyor. Ardından “Meshiagare!”, yani Japonca “afiyet olsun” deniyor ve yemek alkışlanıyor.
Okulda eğlenceli ama eğitici bir öğün
Çocuklar yemek yerken beslenme uzmanı renkli ipleri havaya kaldırıyor. İplerin her biri sağlıklı olmak için ihtiyaç duyulan farklı bir yiyecek türünü temsil ediyor. Karbonhidratları temsil eden sarı ipi havaya kaldırıp bunların sağlık için ne işe yaradığını soruyor. Bir çocuk "size enerji verir” diye bağırıyor. Kalsiyumu temsil eden kırmızı ipi havaya kaldırınca bir çocuk kemiklerinizi güçlendirir diye bağırıyor. Besin gruplarını sıralarken her bir ipi birbirine bağlayarak bunların bir arada sağlıklı bir öğün oluşturduğunu anlatıyor öğrencilere. Yemek yerken bile eğitim devam ediyor.
Okullarda hiç kilolu çocuk yok
Hem de hiç. Çocuklara en çok ne yemekten hoşlandıkları sorulduğunda brokoli gibi yeşil sebzeleri, pirinci sevdiklerini çünkü pirinçte protein olduğunu, eğer her öğün dengeli beslenirlerse çok güçlü vücutları olacağını anlatıp minik pazularını gösteriyorlar. 10 yaşında çocukların brokoli sevmesi şaka gibi bir şey. Bizde asla görülecek şey değildir. Ama Japonlar okullarda çocuklara sağlıklı yiyeceklerden keyif almayı öğretiyorlar. Brokoli sevmeleri bunun sonucu.
Öğle yemeği saati 12.00'de
Yemekler 12.00’de yenir. Çocuklar yemeklerini yemeden önce beyaz önlük giyer ve saçlarını bone içine saklarlar. Meyve her gün verilmez. Ayda bir de dondurma olur. Beslenme saatinde tatlılara fazla yer olmaz. Her öğlen yemeğinden sonra çocuklar muhakkak bir bardak süt içmek zorundadır. Bir de herkes tabağındakini bitirmek zorundadır. Japonya’da yemek ziyan etmemek çok önem verilen hassas bir konu.
Metabo Yasası: Çalışanlarını şişmanlatan şirketler para cezasına çarptırılabiliyor
2008 yılında Japon hükümeti obezitenin hafifçe arttığını fark etti. Bu nedenle, geniş bir bel ölçüsünün olumsuz sonuçlarını azaltmak için tasarlanmış olan “Metabo Yasası”nı yürürlüğe koydu.
Yasa basit bir kural içeriyordu: Yılda bir kez, Japonya'daki her işyeri, 40 ila 74 yaş arasındaki yetişkinlerin belini ölçmek için hemşire ve doktorlardan oluşan bir ekibi şirkete getirmek zorundaydı. Ölçümleri iyi olmayanlara işyerleri sağlık planları hazırlayacak; vegan yiyecekler, sağlıklı yemek ikameleri ve egzersiz ekipmanları önerecekti. Çalışanlarını şişmanlatan şirketler para cezasına çarptırılacaktı.
Bu yasa çoğu şirketin yürüyüş ligi tablosu bulundurmasına neden oldu. Şirketteki herkes günde kaç adım yürüdüğünü takip eden saatler takıyor. Tüm öğünlerinizin fotoğraflarını ve sağlığınızı nasıl iyileştireceğinize dair taahhütlerinizi şirketinizle paylaşmanız teşvik ediliyor. Patronlar rol model olmak düşüncesiyle yürümeye çok daha fazla zaman ayırıyorlar. Çalışanlar işyerine hesap vereceğini bildiği için evden erken çıkıp metrodan 4 durak önce inip işe yürüyerek gitmeyi tercih ediyor.
Mahremiyete müdahale
Okullarda evet ama, düşünecek olursak, şirketlerde çalışanların hayatına bu şekilde bir müdahale ne ülkemizde ne de ABD ya da İngiltere'de kabul gören bir kural olmazdı, insanlar mahremiyetlerine müdahale edildiğini düşünüp öfkelenirlerdi.
Japonlar bu konuyu basit şekilde şöyle ele alıyor: Şişman olmak iyi bir şey değil. Sağlıklı değil. Düzgün beslenerek tüm hastalıklara davetiye çıkaran obeziteden kendimizi koruyabiliriz. Bu konuda bir denetleyici olması bizi rahatsız etmiyor.
Yasaların kesinlikle toplum üzerinde etkili olduğu açıkça görülüyor: Japonya'daki obezite oranı, şu anda dünyadaki en düşük seviyede.
Japonya'daki uzun yaşamın sırrı
Ülke çapında Japonya'daki parklarda her sabah saat 7 ya da 8 civarında yaşlı insanlar gruplar halinde toplanıyor ve birlikte egzersiz yapıyor. Dans eden ya da yoga yapan 80'li ve 90'lı yaşlardaki insanları izleyebilirsiniz. Japonlar dünyadaki herkesten daha uzun yaşarlar. Ortalama olarak erkekler 81, kadınlar ise 88 yaşına kadar yaşıyor. Daha da önemlisi, daha uzun süre sağlıklı kalıyorlar.
Dünyanın en yaşlı nüfüsuna sahip köy: Ogimi
Ülkenin en güneyindeki adalardan oluşan bir takımada olan Okinawa efsanevi bir üne sahip. Burası dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip bir köye ev sahipliği yapıyor. Yemyeşil ağaçlarla kaplı bir dağın yamacından geçerek varılan Ogimi'de 215 hane bulunuyor ve 173 kişi 90 yaş ve üzerinde.
Ogimi'de yaşayanların hareketli, bol egzersizli, boş yürüyüşlü hayatı ve beslenme düzenleri bize tek şey anlatıyor: Obezite krizini çözmenin potansiyel ödülü daha fazla yaşam ve daha fazla sağlık...
Obezite krizi yaşam biçimimiz tarafından yaratılıyor
O zaman yaşam biçimimizi değiştirerek obeziteyi ortadan kaldırmak mümkün olmalı.
Ama bunu nasıl yapabiliriz?
Hatırlayanlarınız çıkacaktır; 80'li yıllarda insanlar her yerde sigara içiyordu. Restoranlarda, evlerde, otobüslerde, uçaklarda içiyorlardı. Doktora gittiğinizde, doktor sizi muayene ederken sigara içebiliyordu. Evlerde gelen misafire ikram etmek için sehpanın üzerinde her zaman bir paket sigara, ayrıca temiz ve boş bir küllük bulundurulurdu. Bu çok doğal karşılanan bir durumdu. Ev sahibi içmese bile... Evde çocuk/lar olsa bile...
Şu an düşünmesi bile korkunç.
Eminiz, o zamanlarda insanlara, ileride kapalı ortamlarda sigara içmek yasak olacak deseniz kimse inanmazdı. Şu an sigaranın sağlığa zararları toplum tarafından kabul görmüş bir gerçek. Vapurların açık alanlarında bile sigara içilmesi yasak. İnsanlar evlerinde asla sigara içmiyor. İçerken çocuklarına göstermemek için de özen gösteriyor.
Yaşam biçimi değiştirilerek problemlerin ortadan kaldırılması mümkün görünüyor.
Şekerli içeceklere yasak
Meksika'da şekerli içeceklere vergi getirildi. Amsterdam'da okullarda şekerli içeceklere kısıtlama getirildi ve aşırı kilolu çocuklara sağlık koçları veriliyor. 2012-2018 yılları arasında çocukluk çağı obezitesi %12 oranında azaldı ancak günümüzde gene artış var ve kontrol altına alındığı söylenemez. ABD'nin çeşitli şehirlerinde “gıda ilaçtır” programları var. Gene de işe yaramıyor.
Aslında obeziteyi azaltacak düzinelerce değişiklik yapılabilir.
Japonya hariç diğer gelişmiş ülkelerde çoğu kişi aşırı kilolu ya da obez olmanın riskleri ile zayıflatıcı ilaçları almanın riskleri arasında gidip geliyor. Bu ilaçların potansiyel tehlikeleri konusunda büyük bir endişe duymaya devam ederek... Bu çok büyük bir ikilem.
Japonya aslında bize doğru değişiklikleri yaparak en azından çocuklarımızı bu ikilemden kurtarabileceğimizi gösteriyor.