Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam İlişkiler Prof. Doğan Şahin: Türkiye'de insanların aşık olması çok zor

        PINAR ERBAŞ/HABERTURK.COM-ÖZEL RÖPORTAJ

        Türkiye’nin ışık hızıyla değişen sıcak manşetleri arasında yerini her daim koruyan, maalesef hiç değişmeyen bir gündemi var; kadına şiddet. Dün sevgililer günüydü. Birbiri için çarpan temiz kalplerin moralini bozmak istemem, mutlulukları daim olsun.

        Fakat sevgiden, aşktan bahsederken geçtiğimiz 31 günlük ocak ayında, 31 kadının erkek terörörüne kurban gittiği gerçeğiyle de yüzleşmek gerekmiyor mu? Peki nasıl bu noktaya geldik? Neden bu cinayetleri durduramıyoruz sorusundan evvel nasıl oluyor da ama o da mini ‘etek giymiş, alkol almış’ gibi bahaneler üretebiliyoruz?

        İşte tüm bu soruları İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi, Prof. Doğan Şahin’le konuştum...

        Nasıl oldu da kadınlarını gözünü kırpmadan vuran bir toplum haline geldik?

        En önemli sebebi bir kaç yıldır süregelen şiddet söylemi. Bir ülke savaş halinde olduğu zaman içeride de insanların birbirine şiddet uygulama oranı ciddi ölçüde artar. Dünyada da bu böyledir. Mesela Vietnam savaşı başladıktan 3 sene sonra Amerika'da cinayet oranlarının yüzde 100 arttığını görürsünüz. 70'li yıllarda Türkiye'de bireysel şiddet ve suç çok düşüktü. Hatta Avrupa'nın, Amerika'nın gerisindeydik. Bugün en yüksek suç oranına sahip ülkelerden biriyiz. Çünkü devlet vatandaşlar için bir rol modelidir. Başka bir devletle ya da grupla olan problemini müzakere ederek çözmek yerine şiddete başvurmayı seçtiği zaman bu davranış biçimi vatandaşına da yansıyor.

        Sürekli savaşta olan bir ülke değiliz ki...

        Çatışma halini ille de sıcak savaş gibi algılamayın.. Belki günlük hayatta bunun etkisini pek fark etmiyor olabilirsiniz ama bu tedirginlik ciddi bir şiddet ortamı yaratıyor. Her yıl onlarca kişiyi askere gönderiyoruz, şiddetle yüklenip geri geliyorlar. Sadece bu değil, siyaset yapma tarzında da ciddi problemler var.

        Ne gibi?

        İktidar ya da muhalefet olarak ayırmıyorum bunu. İnsan niye siyasetle uğraşır? Ülkeyi daha iyi yönetmek adına projeler geliştirmek için. Başka bir siyasi görüşünüz vardır. Söylersiniz. Ama bizde kim iktidara gelirse kendi yaşam biçimini, dünya görüşünü dayatma ya da diğerlerini ikinci sınıf ilan etme, ayrımcılığa tabii tutma anlayışı var. Farklı düşünceler düşmanlık gibi algılandığı için aynı tutum eve de yansıyor. Daha evvel sevgi duyuyor gibi hisseden karı-koca çok basit sebeplerden bile kolayca ipleri koparabiliyor. Yani; çatışmaları çözme konusunda siyaseten ne kadar başarısızsak insan ilişkileri konusunda da o kadar başarısız oluyoruz.

        İyi de bu siyaset anlayışı bugünden yarına düzelecek bir şey değil ki…

        Siyasiler söylemler değişmediği sürece vatandaşın tek yolu evdeki televizyonu kapamak. Ki bilmesin, duymasın.

        Peki bu şiddet ortamından nasiplenen niye en çok kadınlar?

        Çünkü biz geleneklerine bağlı bir ülke iken giderek bundan uzaklaşıyoruz. Eskiden kadınlar makul düzeyde okur, sonra kısmet bekler, 15-16 yaşında da baş göz edilirdi. Şimdi kendi hayatlarına daha fazla sahip çıkıyorlar. Birey olmak istiyorlar. Erkek bunu 'artık bana itaat etmiyor' gibi algılıyor. O zaman da şiddete başvuruyor.

        Nasıl bu kadar rahat kendisine hak görebiliyor?

        Işte burada model alma durumu devreye giriyor. Nasıl ki devlet "bana itaat etmiyor, istediğimi yapmıyor" dediği şeyi şiddete başvurarak çözmeye çalışıyorsa vatandaş da aynı modeli taklit ediyor. Sahip olma, kendi isteklerini karşı tarafa dayatma isteğiyle alakalı bir durum. Buna sevgi demek zor.

        Sevgi ne peki?

        Her şeyden evvel karşı tarafın iyiliğini istemek... Onun için neyin en iyi olduğunu kendisinin bildiğini kabul etmek, onu desteklemek..

        O zaman bizde kimse kimseyi sevmiyor...

        Yapacak bir şey yok. Sağlıklı sevgi anlayışının tanımı tektir. Uymayanın tedavi edilmesi lazım.

        Cinayetten sonra "ne yaptıysam sevdiğimden yaptım" diyor ama çoğu...

        Hayır efendim. O sevgi değil. Bir nevi köle- efendi ilişkisi. Karşı tarafı sevdiği için değil kendi itibarını düşündüğü için yanında tutuyor. Diyor ki mesela; şu kız benim evimi çekip çevirse, konu komşu arasında da iyi karşılanır. Güzel de bir kız, havam olur. Böyle düşünerek kendisinin olmasını istiyor. Ona uygun eş, sevgili, bir tür nesne gibi görüyor. Karşı taraf öyle davranmayınca da sinirleniyor.

        O yüzden mi boşanınca erkek hayatına devam edebiliyor ama kadın başkasıyla olunca çekip vuruyor?

        Geleneksel anlayışta erkek kadını kendi mülkiyetine geçmiş biri gibi görüyor. Ömür boyu kullanma hakkını elde etmiş gibi. Boşandıktan sonra "Ben sana bakarım ama hayatına himse girmeyecek" şartını koyan o kadar çok insan var ki...

        Boşanmalar neden bu kadar çok arttı peki?

        Bağımsız olma, başkasını yük gibi görmenin bir sonucu bu. Günümüzde her şey daha hızlı ve mobil olmak zorunda. Eş, çocuk ayağa bağlanan zincir gibi algılanıyor. Daha çok insan tanımak, daha çok ülke görmek kısacası daha çok deneyim yaşamak isteniyor. Hayattan beklentiler çok fazla olduğu için de kimse karşısındakine ciddi bir yatırım yapmıyor. O zaman da çok kolay vazgeçebiliyorlar. Özellikle yüksek eğitimli gruplarda, orta sınıf ve biraz üstünde bu böyle...

        Zenginlerde durum nasıl?

        Onlar o kadar kolay evlenip boşanamazlar. Masrafı çok olur. Servetlerin aktarılması gerekir.

        AİLE İÇİ ŞİDDET ENGELLENMEDEN BU İŞ ÇÖZÜLMEZ

        Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kadına yönelik şiddetle mücadele eylem programları var… Sizce nereden başlanmalı?

        Aile içi şiddet engellenmeden bu iş çözülmez. Anne çocuğunu döverek yetiştiriyor. O çocuk yarın gider karısına, çocuğuna şiddet uygular.

        "Tokat da mı vurmayacağız" diyenler olacaktır.

        Hayır efendim. Kim size şiddet uygularsa uygulasın, ister anneniz ister yakınınız, kendinizi o sırada biçare, elinden hiçbir şey gelmeyen zavallı biri gibi hissedersiniz. Kendizine olan saygınız azalır. Bundan kurtulmanın yolu da başkasına şiddet uygulamaktır. Çocuklarda bunu çok rahat gözlemleyebilirsiniz. Bağırdıktan sonra takip edin, alır oyuncağını azarlamaya başlar. Hem de aynı sizin sözcüklerinizle. Vuruyorsanız gider o da kardeşini döver. O anki acizlik duygusunu başka birine kuvvet uygulayarak telafi etmeye çalışır. İsrail'in durumuna bakın. Yıllarca itilip kakıldılar. Şimdi dünyanın en zalim ülkesi haline geldi.

        En büyük sorumlu anne mi baba mı peki?

        İkisi de. Ama ataerkil toplumlarda değerlerin aktarılmasında annenin etkisi daha çoktur.

        Kadına şiddeti uygulayanı da bir kadın yetiştiriyor diye boşuna demiyoruz o zaman...

        Erkek olmanın başlı başına kendisi bile çok önemli bir değermiş gibi öğretiliyor çocuğa. Kendini karşı tarafa üstünlük kurmak zorunda hissediyor. O zaman da kadına müdahale etme ihtiyacı doğuyor. "Saçını şöyle tara, bunu giyme" gibi baskılarla kadının kendisine ne kadar itaat ettiğini görmek istiyor.

        "TÜRKİYE'DE İNSANLARIN AŞIK OLMASI ÇOK ZOR"

        Doğru yöntem nedir?

        En başta çocuğa başka birine saygı duymayı öğreteceksin. Üstünlük kurmadan da sevilebileceğini görecek. Sanki kadın ve erkek beraber yaşayabilecek iki cins değil de birbirine karşı sürekli temkinli olması gereken iki cins gibi yetiştiriliyor. En çok da bu yüzden Türkiye'de insanların aşık olması çok zor. Aşmamız gereken çok temel sorunlar var.

        Ne mesela?

        Sevilmekle ilgili endişesi olanlar aşık olamaz. En başta "beni çok sevmezler, değer vermezler" diye korkunuz olmayacak. Kendinizi beğenmiyorsanız, güveniniz az ise bir insana gerçekten kendinizi bırakamazsınız.

        Niye böyle hissediyoruz peki?

        Çünkü yine çocukken doğru düzgün, sağlıklı bir şekilde sevilmiyoruz. Şöyle yapsam annem beni sevmez, şunu başarırsam sever gibi sevmenin karşılığında hep bir koşul aranıyor. Ne olursa olsun sevilirim inancı çok az.

        Başka?

        Terk edilme korkusu da büyük sorun. Çoğu insan için terk edilmekten büyük bir felaket yok. Madem terk edileceğim niye yatırım yapayım diye düşünüyor. Bir adı olmasın ilişkimizin derler mesela. 'Adını koymayalım her an gidebilirim' demek bu.

        Bu da aşk olmuyor tabii...

        Aşık olmaktaki en büyük motivasyon; kendini özel ve biricik hissetme arzusudur. Her insan buna ihtiyaç duyar. Ama işte biz bunu karşı tarafa veremiyoruz. Çünkü başka birini yüceltmek kendimizi yetersiz hissetmemize yol açıyor. Bir sürü çift görüyorum. Rekabet halindeler. Ikisi de diğerinden daha değerli ve akıllı olduğu iddiasında. Oysa sevgide üstünlük olmaz. Hadi diyelim bunu da aştık...

        Daha da mı var?

        Son bir madde.. Aşkın içinde arzu da vardır. Ama çoğu kişi yanlış ahlaki eğitimlerden dolayı cinsel arzuyla sevgiyi bir araya getiremiyor. Sevgi duyduğu insana cinsel arzu duyamıyor. "Temiz bir aşkla seviyorum" diyor. Bu; hiç cinsel arzu duymuyorum demek. O zaman da arzu duyduğu insan ayrı oluyor, sevdiği ayrı. Evde karısı var, çok seviyor, çok düşkün. Ama gidip başkalarıyla beraber oluyor.

        ÖZGECAN ASLAN'DA TEK YÜREK OLDUK

        Kadın cinayetleri davalarındaki iyi hal indirimiyle nasıl baş edeceğiz?

        Ataerkil zihniyetin bir sonucu bu. Kadına yönelik taciz ya da şiddet vakalarında kadın bunu nasıl provoke etmiş, ne yapmış da başına bu gelmiş gibi bir sorgulama içine giriliyor. Yani kadın zaten kötülüklerin ve belaların başı, erkeğin aklını çelip onu günaha sürükleyen bir yaratık. Aslında bir nevi olayın vehametini kabullenememe durumu. Erkek milletinin istediklerinde ne kadar kötü olabileceğiyle yüzleşmek istemiyoruz.

        Niye?

        Çünkü bir insanın istediğinde ne kadar kötü olabileceğini kabul etmek zor. Bu bizi içten içe rahatsız ediyor. Yüzleşmek zor olduğu için de kendimizce açıklayıcı sebepler uyduruyoruz.

        Bağdat Caddesi'nde geç saatte cinsel saldırıya maruz kalan bir genç kız için de "O saatte ne işi vardı"diyenler oldu mesela...

        Şaşırılacak bir şey yok aslında bunda. Bilirkişilik yaptığım pek çok adli vakada bu tip çıkışlara şahit oluyorum... İçki içmiş, etek giymiş, o zaman başına gelen suç sayılmaz noktasına geliyor iş. Yaşadığı şeyin tecavüz olduğuna ikna edemez hale geliyorsunuz. Hal böyle olunca, çoğu zaman da çok az ceza alınıyor. Bütün köy 13 yaşında bir çocuğua tecavüz etmiş. Ama karşılığında para alıyormuş deyip içini rahatlatıyor insanlar. Bir de üstüne kravat taktı mı zaten efendi mertebesine eriştiği için konu kapanıyor.

        Üstelik bu tür çıkışları kadınlardan da duyuyoruz. Bu bir tür 'neden benim başıma gelmedi de ona geldi' diyerek kendini iffetli atfetme durumu mu?

        Aynen öyle. Biz neden millet olarak dedikoduyu seviyoruz? Herhangi birinin dedikodusunu yaptığın zaman kendinin öyle olmadığını ilan etmiş oluyorsun. Bir insanı ne kadar kötülersen o kadar temize çıkıyorsun. Çok ikiyüzlü bir tavır bu.

        Ama mesela, Özgecan Aslan cinayetinde kimseden ayrık ses çıkmadı. Milletçe tek yürek olup katilin cezalandırılmasını istedik...

        Toplumsal olarak önemli arızalarımızdan biri nesneleri iyi ve kötü olarak bölmemiz. Siyah ve beyaz olarak algılama çok yaygın. Özgecan Aslan beyaz tarafa çok çok oturan bir vakaydı. Genç kız, öğrenci, saf... Bir tarafta canavar profili var, diğer tarafta da melek. Okulundan evine dönerken yani tabiri caize iki namuslu yer arasında giderken bir cani devreye girdi. Herkes bunu böyle kabul ettiği için kimse aksi bahane üretemedi...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ