Çabuk gel Russell...
Yolu Türkiye'den geçen ünlüler listesine Russell Crowe da eklendi. Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan Londra'ya giden oyuncuyu hediyelerle uğurlayan Bon Air mürettebatının arasına karıştım, Crowe'la sohbet ettim

HT CUMARTESİ / Nazenin TOKUŞOĞLU
Oscar ödüllü Avustralyalı Russell Crowe, geçen hafta Türkiye’deydi. Çanakkale’de denize girdi, “Aman ne kadar şişmanlamış” dedik. Mezarlıkları ziyaret etti ve konuya ilişkin birtakım Tweet’ler attı, onu bile Türkçe’ye çevirmeyi başaramadık. İstanbul’da Mevlevi ayini seyretti, atletine taktık. Murat Bardakçı’nın yazdığı gibi “Bayım izleyeceğiniz şey baleye benziyor ama temelinde din var” deseydik herhalde daha dikkatli olurdu.
JOHN NASH DE GELMİŞTİ
“İnanılmaz bir ses tonunuz var” diyorum. Teşekkür ediyor gözlerini kısarak. 2005 yılına kadar “30 Odd Foot of Grunts” adlı rock grubunun vokalistliğini yapmış Crowe. Tam “10 parmağında 10 marifet” denecek türden biri. O zaman biraz ondan bahsedelim. Gladyatör filmiyle gönüllere taht kuran ve Maximus karakteriyle Oscar’ı kucaklayan Russell Crowe, Yeni Zelanda doğumlu ama sonradan Avustralya vatandaşlığına geçmiş. Tanıyınca daha da emin olduğum tipik bir Koç burcu erkeği olan Crowe’un her yerde, her an söylediği bir şey var ki buluştuğumuz gün de tekrarladı, “Oscar ödülü kişisel olarak rahatlamamı sağladı. Ama oyuncu olarak sürekli bir arayış halindeyim”. Crowe’un hayatının özeti bu cümle aslında. Sürekli bir tatminsizlik yaşıyor. Kendine çok güvenli bir adam gibi görünürken bir anda Akıl Oyunları’ndaki John Nash oluveriyor. Sohbet ederken göz teması kurmuyor, bacağını sallıyor, sabit bir noktaya bakıyor. “John Nash” demişken onunla da Türkiye’ye geldiğinde tanışıp röportaj yapmıştım. Kendisi Nash Dengesi’nin yaratıcısı, bir matematik dehası ve bir paranoyak şizofreni hastası. 21 yaşında hazırladığı doktora tezi ona 1994’te Nobel ödülü kazandırdı. Nash, zaman zaman bir samuray ya da Antarktika’nın imparatoru olduğuna inandı. Ama ben tanıştığımda ruh hali Crowe’dan daha iyi gibiydi.
AMAN NAZAR DEĞMESİN
Yolculuk için Sabiha Gökçen Havalimanı’nı tercih eden Russell Crowe, Bon Air’den bir uçak kiraladı. Uçuş ekibi döneceği gün ona bir sürpriz hazırladı. Çok ünlü bir mağazanın özel koleksiyonundan güzel bir nazarlık... Tabii sıra bunu Crowe’a anlatmadaydı. Bon Air’in ortaklarından kaptan Tolga Gül’le aldık sazı elimize. “Nazar ya da kem göz, bir varlığın başına kaza ya da bela gelmesine neden olduğuna inanılan bakış. Özellikle bütün gözler üzerindeyse evinin bir köşesinde durmasında yarar var. Nazar aslında Arapça’da göz anlamına geliyor ve nazar boncukları da genelde, göz şeklinde oluyor”... Russell Crowe “Yani bunu evime asınca başıma kötü bir şey gelmeyecek mi” deyip güldü. Çok merak ettiğine adım gibi eminim ama yanımızda açmadı paketi. Uçağa giderken kutuyu film yapımcısı Keith Rodger aldı neyse ki. Döndüğünde merakla açacağına ve evine asacağına eminim. Çünkü anlamı çok ilgisini çekti.
KÜFREDEN RUSSELL BU RUSSELL MI?
New York Times muhabirini “Ne salak sorular” diye tersleyen, BBC radyo sunucusu Mark Lawson’ın “Robin Hood’a verdiğiniz aksan bir İrlandalıyı anımsatıyor, ne düşünerek bunu yaptınız?” sorusuna “Bunun İrlandalı aksanı olduğunu düşünüyorsanız gerçekten kulaklarınızın işi bitmiş” deyip ardından küfreden Russell Crowe, birlikte 5 dakikayı tamamlamamıza rağmen hâlâ sakin. Üstelik normalde aylar öncesinden randevu alır gazeteciler, ben emrivaki yapmışım. Aslında seviyorum ben onu. Özellikle de en olumsuz karakterlerin bile aslında “insan” olduğunu yansıtabildiği için. Los Angeles Sırları, Akıl Oyunları, Köstebek ve Gladyatör... Adlarını yazarken yoruldum, o hepsine hayat verdi.
KUZEY EGE ADAMI ÇARPAR
Crowe’un Türkiye’ye gelme nedeni aslında Çanakkale Savaşları’nı anlatacak yeni filmi. Yoksa yapımcısı Keith Rodger’la çıkmıyor tatillere. Gelibolu Yarımadası’ndaki milli parkı, Anzak Koyu’nu, Avustralya ve Yeni Zelanda mezarlıklarını ziyaret eden Crowe, ismi şimdilik “Anzac and Johnny Turk” olan filmi çok önemsiyor. Anzac, Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu demek. Gelibolu’da savaşan askerlerin milliyeti değil yani. Johnny Turk, Anzak askerlerinin Türk askerlerine taktığı bir lakap. Onun da Jön Türklerle bir alakası yok. Crowe hafif kızarmış ama sürekli öksürüyor. “Kuzey Ege adamı çarpar” diyorum, gülüyor. “Ama girdiğim en güzel denizlerden biri” diyor. Amerikan Gangsteri, Cinderalla Man, Kaçış Planı filmlerinin yapımcısı Keith Rodger, Crowe’a göre daha güler yüzlü biri. Ya da Russell Crowe da benim gibi sabahları mutsuz olanlardan. Sabah 06.00’da kalkacak uçak için 07.00’de havaalanına gelmesinden belli.
‘UNUTMAYALIM DİYE’ DEMEK İSTEDİ!
Yakında yine gelecek misiniz sorusuna, “Geleceğim ama yakında mı bilmem” diye yanıt veriyor. Okumayı çok seven Crowe’un elinde Louis De Bernieres’in Kanatsız Kuşlar kitabı var. İngiliz yazar bu kitabı yazmak için 10 yıl araştırma yapmış. Öykü 1900’lerde Fethiye yakınlarında geçiyor. Çanakkale muharebeleri kitapta önemli yer tutuyor. Demek ki Crowe rolüne şimdiden hazırlanıyor. Oyuncu sosyal medyayı da aktif kullanıyor. Sorular soruyor, fikir alıyor, mesajlar veriyor. Çanakkale’deyken “In 1915 we would have been in ear shot of the Turk guns for the last hour. Lest we forget” yazmıştı. Bazı gazeteler “1915 yılında olsak Türk toplarının menzilinde olabilirdik. Olmasın diye unutalım” şeklinde çevirdi tweet’i. “Lest” kelimesinin sözlükte karşılığı “-olmasın diye” ama bu bir kalıp ve yanındaki kelimenin anlamını olumsuz olarak değiştiriyor. Yani “unutmayalım diye” demek istedi Crowe. Sosyal medyada “Niye unutuyormuşuz” diye haksız yere eleştirildi. Bunu da buradan düzelteyim.
MAXIMUS, MAXIMUS, MAXIMUS...
5 dakika, 5 saniye gibi geçiyor ve telsiz anonsu geliyor. Kaptan Taylan Yılmaz yolcuları çağırıyor. Akıl Oyunları filmi öncesinde kendisine bir akıl hastanesine gidip oradaki insanları gözlemlemesini söyleyenlere “Akıl hastanesine gitmeye gerek yok, New York sokaklarında kısa bir yürüyüş yapsam yeter” diyen bir adam bu. Ben de bu durumda şanslı gazeteciyim. “Umarım bir dahaki sefer uzun konuşuruz” diyerek vedalaşıyoruz. Elimi bayağı sert sıkıyor. Güle güle Maximus Maximus, Maximus...