Sözlüklerin efendisi!
20 bin sözlüğü var

HT PAZAR / Elif KEY
Dünyada, büyük kütüphaneler hariç kimsenin şahsına ait bu kadar sözlüğü yok. New York’ta yaşayan Madeline Kripke hayatını ve evini 20 bin sözlüğüyle paylaşıyor
Bazı insanlarla tanışırsınız. Bir kahvenin önünde oturuyordur. Siz de soluklanmak istemişsinizdir... Sohbet açılır, o bir kahve içiminde size hayatlar sunar. Ayrılmak istemeseniz de yol çağırır. Gidersiniz. İçinizden geçense şudur: Keşke daha evvel tanışsaydım. Herhangi birimiz bu hayatı terk etmeden evvel tanışmanızı istediğim biri var.
Bayan Madeline Kripke. Sözlüklerin efendisi. Evinde (yazıyla) yirmi bin sözlük var. New York'ta Perry Street'teki evine doğru yürürken biraz endişeliyim. Günlerce süren telefon konuşmalarımızdan anladığım kadarıyla detaylara dikkat eden, yaşlı bir hanımla tanışacağım. Bayan Kripke beni kapıda karşılıyor. Dar koridordan tek sıra yürüyoruz. Beyaz gömleği, içine giydiği siyah atleti, siyah pantalonu ve Adidas ayakkabılarıyla o bu şehrin ikonlarından biri. Yaklaşırsanız, kırık dökük bir hayat hikâyesi.
71 yaşında. Anlatırken, bazen durup "Bu anlattıklarımı yazma, babam 100 yaşında ve okursa üzülmesini istemem" diyerek sessizce devam ediyor. Sözlüklerin olduğu bir yerde, dünyada yüzyıllardır kullanılan her türlü dile, argo ya da sokak diline ait her kelimeye sadakat gösteren bir kadını kırmam mümkün değil. Elinde bir fener, evdeki ışığın yetersiz olduğu anlarda feneri yakarak beni kağıttan dünyasında gezdirmeye başlıyor. Aralarda kendi hayat hikâyesini anlattığı vakitlerdeyse sanki fener sönüyor. Bazen "Gel" diyor, "sana komik bir şey göstereceğim". Yine başka bir duvarın önünde duruyoruz. Duvarlarda gazetelerden, dergilerden kestiği karikatürler. Bakıp gülüyormuş. Dünyada kimsenin bu kadar çok sözlüğü yok. Bayan Kripke tek! Profesörler, koleksiyonerler kapısını çalıyor. Çünkü dünyanın en büyük kütüphanelerinde yoksa bir sözlüğün kopyası, Bayan Kripke'nin evinden çıkabilir. Çıkıyor da... Bir bu kadar sözlüğü de kiraladığı bir depoda. "Bir ara oraya gidip orayı da toparlamam lazım, ama son günlerde sırtım ağrıyor" diyor.
HER GÜN 10 KELİME
Bayan Kripke'nin kitaplarla öyküsü ilkokul 5'te başlıyor. 3 kardeşler. Ağabeyi pek konuşkan değil. Madeline Kripke küçük olmasına rağmen ağabeyiyle ilgileniyor, oyun oynamak istiyor ama ağabeyi yanaşmıyor. Ve arkadaş olarak kitapları seçiyor. Annesi ve babasının ona sözlük hediye ettiği vakit Madeline Kripke 10 yaşında. Kendine bir defter yapıyor. Kelimeleri ezberlemeye başlamak için bulduğu en kestirme yol bu. Her gün defterine en az 10 kelime eklemeden uyumuyor. Ertesi gün, önce bir evvelki gün yazdığı kelimeleri okuyor. Sonra başa alıp yeni bulduğu kelimeleri yazıyor. Bu rutinini yıllarca sürdürüyor. İlerleyen yıllarda dünyanın önemli dergilerinde editörlük yapacağını henüz kendisi de bilmiyor.
9 Eylül'de 71 yaşına basan Bayan Kripke, Omaha / Nebraska doğumlu. Bir haham kızı. "Muhafazakâr bir adam" diyor babası için, o da önümüzdeki günlerde 100 yaşına basacak. Ağabeyi ise meşhur bir felsefeci, lakin hikâyesini gölgelemesin diye ondan bahsetmemizi istemiyor. Kız kardeşiyse geçen yıllarda vefat etmiş. Hiç evlenmemiş, çocuğu yok. "Arkadaşlarım var, yemeğe çıkıyoruz, ama bir tanesiyle şu anda dargınım" diye anlatırken, kelimelere verdiği önemi anlatıyor. Arkadaşı onu ben merkezcilikle suçlamış. "Acaba kastettiği bu kadar kitabın arasında durmam mı" diyerek tatlı tatlı gülüyor. Kelimelerle arası iyi. Konuştuğu dil sadece bir tane: İngilizce. Ama yabancılık çekmeden, anladığı ama konuşmadığı diller Rusça, Arapça, Latince, Fransızca, İbranice.
'BU BENİM EN SEVDİĞİM DUVARIM'
Evde adım atacak yer yok. Oturacak yer de yok. Bir tane koltuğu var Bayan Kripke'nin; yıllardır oturduğu, döşemesinin pembesi solmuş bir berjer. Evde manavdan alınmış, üzerinde "taze meyve sebze" yazan karton kutular. Çünkü kendisi bizzat her şeyi kutuluyor, açıkta duran bütün kitaplarını jelatinlerle kaplıyor. Bir yandan da asistan olarak tuttuğu iki kişi evin envanterini çıkarmaya çalışıyor. Öyle sandığınız gibi değil. Kitabın adını yazıp geçmekle bitse keşke. Asistanları, kitabın içeriğini, basım yılını, bunun kaçıncı kopya olduğunu ve hatta Bayan Kripke'nin bu kitaba vakti zamanında ne kadar fiyat verip aldığını bile not etmek zorundalar. Dolayısıyla 2 yılda kayda geçirilen kitap sayısı 5 bini 750'yi zor bulmuş. Ama bitirmeye kararlı. "Günün birinde bunlar ne olacak" sorum havada cevabını bekliyor. "Bilmiyorum, ya birine bağışlarım ya da belki de, inan bilmiyorum". Henüz sözlüklerden ayrılmaya niyeti yok.
APAÇİ NE DEMEKMİŞ?
Beni en sevdiği duvarın önüne götürüyor. Elindeki feneri raflarda gezdiriyor. "Bak bu en sevdiğim, bak bu biraz müstehcen, bak bunu bir kitap fuarından aldım, bak bunun için çok para ödedim, bak bu kimsede yok bir tek bende var..." Bu satırların arasında, duvara bakıyoruz. En favori raflarda argo sözlükler ve sokak dili sözlükleri duruyor. Duvarda, kovboyların, tır şoförlerinin, eşcinsellerin, askerlerin, hayat kadınlarının, hırsızların, sirk çalışanlarının kullandığı kelimelerin ne anlama geldiğini anlatan sözlükler duruyor. "Vakti zamanında New York'ta bir polis şefi suçluları yakalar hapse tıkarmış, ama gardiyanların hiçbiri suçluların ne dediğini anlamadığı için oturup bunun sözlüğünü yazmış. İşte bu bile var bende" diyor. "Bak, polisler için 'Domuz' dermiş suçlular, görüyor musun?" Gözüme "Apaçilerin sözlüğü" takılıyor. "Ne demekmiş apaçi" diyorum. "Evsiz, öksüz, yetim sokak çocuklarına verilen ad" diyor.
TEOLOG OLACAKKEN...
Bayan Kripke New York'a taşındığında sene 1961. Barnard'da İngilizce okuyacak. Annesi teolog olmasını istiyor. Ama o dillere olan merakı yüzünden Columbia'da Anglo Sakson bölümünde okuyor. Mezun olduğunda tek bir isteği var: Eve geri dönmemek. Ve dergilere editör olarak kapağı atıyor. "Bu sayede kelimelerden de sözlüklerden de ayrı düşmeyeceğimi biliyordum". Editörlük haricinde kitapçılarda çalışmaya başlıyor. Bu sayede de kitap avına devam edebiliyor. Maaşını da kitaplara yatırıyor...
Bir kitabın iyi olup olmadığını nasıl anlıyor? "Kitabı elime aldığım an, önce kapağına, sonra ilk sayfasına, sonra en son sayfasına bakıyorum. Daha hiç yanılmadım" diyor.
1976 senesinde uzmanlık belgesini ve kitap satıcısı sertifikasını alıyor. Kitaplardan kazandığını yine kitaplara yatırıyor. "Bir kere seni bu böcek ısırdı mı bir daha kurtulamazsın" diyor. Hâlâ kitap satın almaya devam ediyor, ama artık gezecek hali kalmadığından, internetten bulup sipariş etmeyi tercih ediyor. Bayan Kripke'ye özür dileyerek bir soru soruyorum. Onu; evine hastalık halinde her şeyi dolduran, istifleyen insanlardan ayıran ne? "Ben her şeyi almıyorum. Kültürel olarak beni tatmin etmesi ve finansal açıdan da değerli olması lazım. Senin bu sorunu psikiyatrıma soracağım" diye yanıtlıyor. Ve günler sonra telefonum çalıyor. "Elif, psikiyatrımla konuştum. Benim durumum obsesif kompulsif değilmiş. Doktorum da benim istifçi olmadığımı söyledi. Soru için üzülme!" Kelimelerini bu kadar seçerek konuşan bir kadına verebileceğim cevapsa iki kelimeden ibaret: "Thank you!"
'En sevdiğim kitaplar önce yatağıma geliyor'
Bayan Kripke'nin iki odalı, geniş salonlu evinde 2 tuvalet var. Tuvaletler kitaplarla dolu. Duvarlarını kendisinin dekore ettiğini anlatıyor. Yatak odası ise evde fotoğrafını çekmemize izin verilmeyen tek alan. "Çok karışık, boş verin" diyor. Karışıklığın sebebi şu: Bayan Kripke'nin yatağının dörtte üçü kitaplarla kaplı. "Sahip olduğum en yeni kitap ve her zaman yakınımda görmek istediklerim benimle bu odada duruyor." Ona uyumak için kalan yer o kadar dar ki, "Nasılsa çok uykucu değilim" diyerek hem kendini hem beni teselli ediyor.
En eski kitabı 511 yaşında
Evdeki kitaplardan bazıları 17. yüzyıldan kalma. Misal, Kaptan Francis Grose'un yazdığı "Kabalığın Klasik Sözlüğü", 1785'te ilk İngiltere'de yayınlanmış. "Kadınlar için çatlaklarla bedava içki içebilme" sözlüğü de jelatinlerin içinde duruyor. "Cezaevi Dili Cep Sözlüğü", 1941'den. Ama biri var ki evin en yaşlısı. 1502 senesinden. O en korunaklı olanı. Hem sarılıp sarmalanmış hem de tahta bir kutunun içinde. Latince bir sözlük. Adı: Dictionarium. Sayfalarını yavaşça çevirip içini gösteriyor. Sadece birkaç saniyeliğine dokunabilirim. Sayfalar dün basılmış gibi. 1722'den kalma başka bir kitap Jonathan Swift imzalı, "Osurmanın faydaları nelerdir?" Kitapta madde madde anlatılıyor...
'Sigortacılarla uğraşacak vaktim yok'
Evin her tarafından kutular, kağıtlar çıkıyor. Salonun ortasındaki kutuların büyük bölümü Meriam-Webster sözlüğünün dünya çapında yazışmaları. Bu arşiv Bayan Kripke'ye hediye edilmiş.
Yazışmaların bir bölümü de Türkiye'ye ait. Eliyle koymuş gibi dosyaları buluyor. "Bak, sizinkiler sözlüğün Türkiye'de basımı için yazışmışlar" diyor. Benim sayabildiğim kadarıyla en az 50 kutu yazışma var. Amerikan Kongresi'nin "Okullarda nasıl bir sözlük okutulmalı" tartışmaları da evin başka odasında. "Bu tartışma sözlüklerin savaşı olarak ansiklopedilere geçti. Aylarca sürdü" diye anlatıyor. Bu evin sigortası var mı? Yanıt net: "Yok, çünkü buraya uzmanların gelip günlerce kitapların değerini ölçüp biçmeleri lazım ki bu da mümkün değil! Onlarla uğraçacak vaktim yok."