Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Mozilla/5.0 AppleWebKit/537.36 (KHTML, like Gecko; compatible; ClaudeBot/1.0; +claudebot@anthropic.com)
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Opera kraliçenin mi sopranonun mu?

        HT CUMARTESİ / Ali ESAD GÖKSEL

        Biz Türkler daha ziyade anlık yaşayan insanlarız. Bu ne demek? Şu: Gündemimizi o gün olup bitenler dolduruyor: Dün dün idi. Yarına ise hele dur bakalım! Her kim ki biraz olsun, malum dairenin dışına baksa, “Bırak şu filozofik mevzuları da sadede gel” diye mindere çağrılıyor

        "Günlük" dediğimiz gündem, kimi zaman, o günün konusu olmayabiliyor. Hatta çoğu zaman, ayrıştırmanın, anlamanın yolu bütüne bakmaktan geçmez mi? Yani kim bilir, "felsefe" belki de bu kadar da uzağımızda değildir.

        Hele bir bakalım; çağımız insanı ve sanatının en önemli ışıklardan birisine. "Ernst Bloch" tam da konumuza ait bir deryadır. Bloch "Frankfurt Ekolü" denen fakat Tübingen'de yer alan okulun "vedetidir". 1970'li yıllarda "Aesthetik des Vorscheins" kitabında, mimari ve sanat ile insanın ilişkisini anlatır. Fevkalade iyimser bir çerçeveyle elimize "gündüz rüyası" oyuncağını verir. Gündüz rüyası "yaratma-sanat âlemi" için bir tarz sihirli değnek gibidir. Çok kısa ve basit bir şekilde anlatmak gerekirse, daha iyi ve güzele uzanan bir patikanın hayalinden söz eder: "Tasavvur" ve "tahayyül" arasında bir oraya, bir buraya uzanarak...

        RÜYASIZ GECELER

        Oslo'dayız. Norveç'in başkenti. Burada "yaşlı kıtanın en müreffeh toplumu" yaşıyor. Kişi başına düşen gelir kıta ortalamasının fersah fersah üstünde. Peki Oslo bunu sergilemekte mi? Ne münasebet! Kuzey insanına mahsus, belki de Akdeniz havzası için anlaması zor bir hal; çekingenlik ve tevazu arası duruş...

        Havaalanından kente ulaşımı sağlayan hızlı trenin bizi indirdiği yer, Oslo'nun garı. 19. yüzyıl kentinin kapısı. Burası dünya garlarına oranla mütevazı ve sakin bir yer. Koşuşturması daha az. Kuzey insanının sükûnetini taşıyor. Sanki kimse koşmuyor. Sanırsınız vatman tanıdıkları kolluyor, herkes gelmeden kalkmayacak... Gardan çıkıyoruz. Karşımızda bembeyaz bir hacim! İrice... Bir aysberg olabilir mi? Arctic daireye çok yakınız ya... Ama hayır. Kuzeyin uzun gündüzlerinin biteviye güneşi yaladıkça kitle daha iyi okunuyor. Üç-dört adet farklı açılı düzlem birbirlerini yalıyor, hatta teğetler. Alçalıyor, suya dalıyorlar. İnsanlar, merakla uçsuz satıhlara, bucaklara yayılmış yapıyı keşfediyor, dolaşıyor. Burası Oslo'nun yeni opera binası. Bloch'un "gündüz rüyasının" bu denli vücuda geldiği bir yapı olabilir mi?

        YOKSA SALON KÜÇÜK MÜ?

        Opera muhtelif rüyalar sözlüğü gibi. İçeride, büyük salonda Anne Sofie von Otter şarkı söylüyor. Von Otter "Alman dilinin en güzel seslerinden"... Yarı loş salon dolu. Nefeslerini tutmuş, sahnedeki mucizeyi dinliyorlar. Brahms'ın "Mayıs Gecesi"... "Durch die Seele mir strahlt find ich auf Erden dich?"

        Salon bir "18'inci yüzyıl salonu". Sanki ufak bir salon olsun, öyle algılansın diye uğraşılarak tasarlanmış. Akdeniz coğrafyasında "cosi" denilen ölçek. Başı sonu belli! Oysa kraliçeleşmiş von Otter'in sesi salonun sınırlarını çekiştiriyor... Sağa, sola, tavana. Ama ne tuhaf, yine de sığmıyor. Ya dinleyenler? Kimi gözünü kısmış. Kimi yummuş. Sadece duymak istiyor. "Kendine yansıyan ruhun sahibinin peşinde..."

        COD-CORIANDER-CRISTAL

        Salonun dışı, operanın girişiyle birleşmiş. Olafur Eliason'un Vasarely ile Esher arasında gidip gelen eseriyle çerçevelenirken salonun içini dışarıya taşıyan ahşap çubuklarla kaplı duvarlar, bembeyaz yer döşemesi sizi kolunuzdan hafifçe tutup yavaşça rıhtıma çekiveriyor. Buraya denizden de gelebiliyorsunuz. Teknenizle rıhtıma yanaşıyor, merdivenleri çıkarak operaya geçiyorsunuz. Bir ihtimal de evinize giderken, konser bitti, dışarı çıkıp içkinizi aldınız. Yanında adeta kurutulmuş, tütsülenmiş bir morinho-cod sashimi. Üzerinde yaprak coriander-kişniş düşmüş. Altında, yanında tek damla horseradish-bayırturbu servis olunuyor. Gecenin saat 22.00'si. Alacakaranlık gibi. Körfezde tekneler dolaşıyor. Kırmızı yeşil yan ışıkları yanmış. Her birini lacivert blazerli, beyaz şapkalı kaptanlar, mavi beyaz çizgili tişörtlü tayfalar kullanıyor.

        'Çığlık' nerede?

        "Snohetta" Norveçli mimarlar bu opera projesiyle Mies van der Rohe Ödülü'nü kazandılar; Zati Sungur gibi şapkadan tavşan çıkarmadan nasıl mimar olunabileceğinin benzersiz bir örneğiyle. Sırtınızı operaya verip önümüze küçük koyu alıyoruz. Yavaş yavaş ufukta alacakaranlık beliriyor. Elimizde Cristal 2000. Robert Parker icazetli, 98 almış sene...

        Müziğin sihirli dokunuşuyla kanatlanmış ruhlara bakınıyoruz hayranlıkla. Her yaştan kadın, erkek, ne kadar hoşlar... Bu insanlar Bloch'u doğru okuyor. Hayatlarını daha güzele taşıyorlar. Norveç'ten öğrenecek çok şey var. Tevazu ve güzellik. Yalınlık ve ihtişam nasıl birlikte yaşar. Doğaya dokunmadan, doğayla barışık bir yaşam nasıl olmalı, Norveç bana anlatıyor. Her defasında bir kez daha gitmek üzere vedalaşıyorum. Salonun içinden dışarı sızan notalar gerçek mi, bir "alacakaranlık hülyası" mı bilemiyorum. "Çığlık" bile yok olmuş. Müzik her şeyi örtüyor...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Sizlere daha iyi bir hizmet sunabilmek için sitemizde çerezlerden faydalanıyoruz. Sitemizi kullanmaya devam ederek çerezleri kullanmamıza izin vermiş oluyorsunuz. Detaylı bilgi almak için ‘Çerez Politikasını’ ve ‘Aydınlatma Metnini’ inceleyebilirsiniz.
        Bu çeviride Google Translete kullanılmıştır. Anlam ve çeviri hatalarından haberturk.com sorumlu değildir.