Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir süredir yazmaya ara vermiştim. Sadece burada yazmaya değil, üzerinde çalıştığım ve artık bitirme noktasına iyice yaklaştığım kitabımla da ilgimi kesmiştim. Nedeni ise Habertürk'te “Skala” adında bir kültür sanat programına başlamış olmam.

        Düşünün ki bugüne kadar kendini hep yazarak ifade etmeye alışmışım hem de beş altı yaşlarımdan beri, şimdi yazısız bir dile alışmaya çalışıyorum. Görüntüler, ışıklar, sesler dünyasında elime aldığım notları bir o yana bir bu yana savuruyorum. Haliyle benim için oldukça zorlu bir sınav. Madonna'nın doğumgünü olan 16 Ağustos'ta başlayan programın, ilk konuğu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'dı. Çeşitli zorlukların en önemlisi buydu galiba: İlk programda kültür sanatla ilgili bütün soruların muhatabını, Bakan'ı ağırlamak.

        Üç iki bir sendeyiz konuş: Habertürk’ün yeni kültür ve sanat programı Skala’ya hoşgeldiniz...

        Bunun yanında başka heyecanlar da vardı aynı anda. Programın canlı olması, İstanbul dışında (Ankara) gerçekleşmesi, işin teknik kısmına yabancılık çekmem, saç, makyaj, kılık kıyafet, oturuş, ses tonlamaları gibi... İlk programı sorunsuz atlattık, sonra iki üç... Ve ilk haftasında, Hürriyet Pazar'ın yüz yıllık köşesi Kültürazzi'de Skala'dan bahsedildiğini görünce biraz içim rahatladı. İkinci haftayı devirdik ve şimdi artık meselenin teknik boyutuna hakim, kapalı mekanda bile ısıran böcekler dışında başına bir canlı yayın kazası gelmemiş, çiçeği burnunda bir programcıyım.

        İşte tüm bunların toplandığı televizyon yeni bir dil. Bu dili öğrenmek için biraz zamana ihtiyacım vardı. Çünkü herkes bilir ki bir dili öğrenmenin en kolay yolu, konuşulduğu ülkede bir süre kalmaktır. Ben de öyle yaptım. Aklımı, enerjimi, kalbimi tamamen bu işin matematiğini öğrenmeye verdim ve geri kalan her şeyi durdurdum. Şimdilik artık yazılarıma devam edebilecek kadarını öğrendim neyse ki. Yine de özür dilerim, bunca zaman yazamadığım için.

        DİZÜSTÜ EDEBİYAT

        Bu haftanın ilk program konuğu Cem Mumcu’ydu. Sahibi olduğu Okuyanus yayınevinden peş peşe iki kitap çıkardı. Kitapların özelliği, yazanlarının sosyal paylaşım sitelerinden, dijital günlük diyebileceğimiz “blog”lardan türemiş olmasıydı. Önce “Pucca” ardından da “samihazinses” mahlasları ile kitapları basılan iki yazan insan. Bilmiyorum, elim gitmiyor, daha önceki yazılarımda size “yazar”, “eser” diye bahsettiğim isimler gözümün önünden geçince, bu insanları da tutucu bir zihniyetle dışarıda bırakmamak adına “yazan” olarak tanımlayalım istiyorum. Edebiyatçılar ikiye ayrılır, “yazar”lar ve “yazan”lar... Yazar denince genel geçer bir yargı var cümlenin içinde, o kelimeleri doğru seçer, noktalamaları bilir, bizi hırpalar, kalbimizden içeri girer ve bunu hep yapar çünkü o “yazar.” Yazan ise denemeye devam edendir.

        Kitabı yazanın mahlasının “samihazinses” olması bende işin başından beri bir rahatsızlık yarattı. Sami Hazinses, aslında Yeşilçam’da 70’in üzerinde filmde rol almış bir sinema emektarı ve gerçek adı Samuel Uluç olan bir Ermeni’ydi. Cem Mumcu’ya, "Neden yaşamış bir insanın üstelik tanınmış bir sanatçının adının kullanılmasına izin verdiniz" diye sordum. Aklına hiç art niyet gelmediğini, bunun kitabı yazanın tercihi ve uzundur kullandığı takma ismi olduğunu söyledi. “Öyleyse, ölmeden önce hepimiz adımızı tescil edelim ki adımıza kitap basılmasın sonradan” dedim. Güldü, “Bilmiyorum” dedi. Aslında geniş katılımlı bir edebiyatçılar ve yayınevleri toplantısı yapabilsek de bu tip konuları, fikirleri çelişen insanlar hep birlikte tartışabilse.

        Sonuç olarak, belki edebiyat konusunda biraz gelenekçi bir tip olduğumdan, blog yazanların bu kadar kolay basılı kitap elde edebilmelerine biraz içerliyorum. Belki de her zaman düşüncelerimi ifade edebileceğim bir yazılı mecranın içinde bulunup, çalıştığım için empati kurmakta zayıf kalıyorum, bilmiyorum. Yine de yayıncıların kitaplara yatırım yapması yine benim gibi gelenekçi biri için mutluluk verici. Son olarak şunu da belirteyim, “Dizüstü Edebiyat” tamlaması sanki hep varmış gibi belleğimizde.

        Bir de çeşitli edebiyat serileri isimleri buldum:

        Aldatma hikayeleri için: Yüzüstü edebiyat (Yüzüstü bırakılmaktan geliyor)

        Kolay okumalıklar için: Sırtüstü edebiyat (Koltuğuna uzan, ayakları uzat, oku)

        Gençlik serisi için: Çardakaltı edebiyat (Gençlik aşklarının filizlendiği yerdir çardaklar)

        Aklıma geldikçe eklemeler yaparım bu listeye ama siz de yardımcı olun.

        SKALA'NIN İÇİNDEN...

        Skala'yı haftaiçi her gün saat 17.15'te canlı yayınlanmak üzere ben ve ekip arkadaşlarım birlikte hazırlıyoruz, ben sunuyorum. Yapımcımız Berna Akyüz Güneri, yönetmenimiz Funda Göcüm, haberleri hazırlayan deneyimli muhabir arkadaşlarımız Merve Uçar ve Serkan Gür, kameramanımız ise Hüseyin Eroğlu. Oya Önal ve Tuba Şalvarcı adlı iki de stajyerimiz var ki bizlerden bir şeyler öğrenmek için canla başla çalışıyorlar. Canlı yayın ekibi de bizim için koşturuyor. Kolay bir iş değil, kültür sanat gündeminin en durgun olduğu, hatta “ölü sezon” denilen bir dönemde konuları ve konukları belirlemek için epey uğraşıyoruz. Ama hem sanat çevrelerinden hem de izleyicilerden aldığımız tepkiler çok güzel ve biz bu şekilde doğru bir iş yaptığımızı anlıyoruz. Programla ilgili önerileriniz için skala@haberturk.com adresinden bize ulaşabilirsiniz.

        Diğer Yazılar