Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir filmde duymuştum, “insanlar bazen çok sevdikleri bir şeyi kaybettiklerini zannederler, oysa o sadece yer değiştirmiştir.” Kaybetmek, tanıştığımız ilk duygulardan biri. Sonunda korkuyu da getiren ve adına “kaybetme korkusu” dediğimiz. Bu kaybetme korkusu bende o kadar baskındır ki, daha birine ya da bir şeye hakim olamadan onu kaybetmeye başladığımı hissederim. Endişelenirim, panik içinde elim ayağım birbirine dolaşır, olmayacak sözler çıkar ağzımdan, olmayacak kelimeler yazarım, korkudan ileri gelen. Bu bir insan için de geçerli olabilirken, çok sevdiğim bir parfüm için de geçerlidir. Ki koku mühimdir ve ne kadar mühim olduğunu, olabileceğini bir başka yazıda anlatmak isterim. Aynı ateş basmaları, kalp çarpıntıları bayiye gidip, ayda bir ve iki ayda bir düzenli olarak aldığım dergiler için de geçerli. Bu yüzden edebiyat dergilerini öksüz çocuklar gibi görüyorum, hala vakit varken evlat edinmemiz gereken.

        ★★★

        Evde oturmuş edebiyat dergilerini karıştırıyorum. Sözcükler’in kapağına bakıyorum: Sayı 27. Çarpı iki, ne yaptı? 54. Bu da neredeyse beş yıl eder. Şimdi edebiyat tanrısına seslenme zamanı, A. Turgay Fişekçi, işte tam bu kadar zamandır, dünyanın bir yerinde oturmuş, bu dergiyi hazırlıyor. Masanın üstünde göz gezdirmeye devam ediyorum. Bakıyorum Semih Gümüş’ün biricik Notos'u karşımda duruyor. Kapakta Orhan Veli, Nazım Hikmet ve İlhan Berk’in fotoğrafları. Tabi Edip Cansever ve Turgut Uyar da var. O da iki aylık ve üzerinde büyük sarı harflerle 24 yazıyor. Ne yaptı 48 ay. Böl 12’ye: Dört yıl. Dört yıldır ara vermeden neyi yapıyorsunuz hayatta? Soruyu şöyle düzeltmeliyim aslında, mecbur olmadığınız halde ve maddi bir karşılık almadan dört yıldır aralıksız sürdürdüğünüz ne var? Tanrım, Semih Gümüş’ü de mi görmemezlikten geleceksin sahiden? Varlık, bir zamanlar Virgül, Hece, Varlık, yasakmeyve ve daha birçokları.

        ★★★

        Kültür ve Turizm Bakanı’nın bir gerekçe bulup katılmadığı ama 47. düzenlenen bir film festivali, parası olmadığı için en parlak fikirlerini kalplerine gömen yönetmenler, ev kirasını karşılamak için dizilerde oynayan ve bu yüzden devletle mahkemelik olan oyuncular, hiç gerek yokken faturalarını karşılasın diye bilmem ne havayolu dergisine telifli çalışan yazarlar, fotoğrafçılar ve daha niceleri... Türkiye'nin edebiyat ve sanatla gerçekten bir derdi olan, egosu ile kendi gözlerini kamaştırmayan önemli bir kesimi, bir şeyler yapmak için çırpınıyor. İçinde elbette edebiyat dergileri de var. Kaygılanıyorum, telaşlıyım ve elimden gelen tek şey kendimce bu dergileri düzenli olarak almak, iyi edebiyat okuyabilmek için onların yaşaması gerektiğini sık sık tekrarlamak ve sizi de buna davet etmek. Sevdiğim yazar iki kitap arasında neler yapıyor, yeni bir yazar nasıl yetişiyor, okumak istediğim ya da okuduğum kitap hakkında çok beğendiğim ya da hiç beğenmediğim bir eleştirmen ne diyor, bunları öğrenmek için okuyorum edebiyat dergilerini. Siz de en azından bir edebiyat dergisini evlat edinebilir, onu “sadece okuyarak” büyütebilirsiniz. Hem 30 Ekim 2010'da başlayıp bir hafta sürecek olan TÜYAP kitap fuarı bunun için ne kadar güzel bir fırsat. Hepsini yerinde ve bizzat yaratıcıları ile birlikte görebilirsiniz.

        Diğer Yazılar