Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsan, hayatında en az bir defa kendi aklından şüphe eder. Bize ne zaman durup ne zaman yürüyeceğimizi, ne zaman sesimizi yükseltip, ne zaman sineye çekeceğimizi söyleyen aklımızdır ve onu kaybetmek düşüncesi korkunçtur. Çünkü aklın kaybolduğu yerde bilinmezlik başlar. Uzay boşluğu ya da ayak basılmamış bir kıta gibidir bu bilinmezlik. İlk adımı atmak ne zor...

        Size belki biraz tuhaf gelebilir ama ben akıl hastalarını hep düşünürüm. Ne yer ne içerler, uyanınca ne hissederler, nasıl rüyalar görürler, nerede olduklarının bir an için bile farkına vardıkları olur mu? Olsa bile kim inanır onlara? Her sabah aynı koğuşta, kendileri gibi olan aklını yitirmiş insanlardan bir sosyal çevre kurar akıl hastaları, günler, haftalar, aylar ve bazen de yıllar burada geçer. Birbirinden hiç kopmaz bu insanlar. Orada birlikte yaşlanırlar, tıpkı “akıllılar”ın hastane dışında yaptığı gibi. Belki aşk bile duyarlar, kim bilir... Kimse bilmez.

        Halk dilinde “delilik” tabir edilen akıl hastalıklarının arka fonu olan akıl hastaneleri de ilgimi çekmiştir hep. Oradaki hikayeler, atılan kahkahalar, gözyaşları ve insan aklının düşünceden arınmış en saf halinin neler yaptırabildiğini merak ederim. Refakatçiler, akrabalar, ister doktor babasını, ister akıl hastası babasını görmek için hastaneye gidip gelen çocuklar. Onların büyüdüğünde “delilik”le ilgili nasıl anılara sahip olacağı beni fazlasıyla ilgilendirir. Tuhaf mı? Başka işin gücün yok mu Bedia diye mi soruyorsunuz? Size biraz şizofreniden bahsedeyim o zaman.

        Akıl hastalıkları içinde en yaygın olanı şiofreni. Türkiye'de her 100 kişiden biri şizofreni hastası. Düşünce, algı ve davranış bozukluklarına sebep olan şizofreni, beynin belli miktarda ihtiyaç duyduğu kimyasalları düzgün bir şekilde salgılayamaması ile ortaya çıkıyor. Genetik miras olarak aile ağacında görülebiliyor ve şizofreni hastası, gerçeklerden koparak kendi kurduğu dünyaya hapsoluyor. Çoğunlukla şiir yazıyor, kafiyeli cümlelerle konuşmayı seviyor. Sanata tutkuyla bağlanıyor ve üretiyor. Tam bir tedavisi olmasa da ilaçlarla şizofreni hastaları atak zamanlarını daha hafif yaşıyor ya da hiç yaşamıyor. Şizofreni konusunda Türkiye’de ciddi ve başarılı çalışmalar yürütülüyor. Ankara’da GATA’da görevli farmakologlar, bir yıl kadar önce beyinde şizofreniye neden olan etken maddeyi buldular ve bu kimyasalı California Üniversitesi’nde tanıttılar. Ekibin başında Albay Prof. Dr. Tayfun Uzbay vardı ve Uzbay ilaç geliştirme konusunda çalışmaya devam ediyor.

        Yazının başında değindiğim, akıl yitirme haline geri dönüp, size bir şizofreni hastasının vizite sırasında doktoru ile arasında geçenleri anlatayım. Benim akıl hastalıkları ve akıl hastaları konusunda düşüncelerimi altüst etmiş, okuduğumda beni sarsmış ve günlerce kendime gelemememe sebep olmuş bir diyalog bu. Bugüne kadar okuduğum, yazdığım ya da filmlerde duyduğum diyalogların hepsinden daha güçlü ve daha derin. Gerçeğin ta kendisi.

        Hastanın adı Mehmet. Bu isim elbette bir mahlas. Mehmet, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yatıyor. Düzenli olarak uzman doktorun da katıldığı viziteye giriyor. Doktor soruyor, Mehmet yanıtlıyor.

        Doktor: Suçun var mı?


        Mehmet: Yok.

        Doktor: İçinde korku var mı?


        Mehmet: Yok.

        Doktor: Evham kuruntu var mı?


        Mehmet: Yok.

        Doktor: Ağlamak gelir mi?


        Mehmet: Gelir. Ağlamayı çok severim.

        Doktor: Ne için ağlarsın?


        Mehmet: Annem ve babamla bir arada yaşayamadıklarımız için ağlarım.

        Doktor: Arzun nedir?


        Mehmet: Beni Annem eve taburcu alsın.

        Doktor: ...


        Mehmet: Annem taş yürekli... Hacer taş demektir...
*

        Mehmet, annesinin taş kalbini adına bağlıyor. Peki ya biz, etrafımızdaki taş kalplilikleri neye bağlıyoruz? Hangimizin Mehmet’inki kadar kuvvetli bir argümanı var?

        *Cemal Dindar, NAL, Telos Yayıncılık.

        Belirli Gün ve Haftalar bahsi

        19 Ocak 2007, 24 Ocak 1993, 2 Temmuz 1993, 21 Ekim 1999, 2 Nisan 1948... Bu tarihler herhangi bir ilçenin kurtuluşu filan değil. Türkiye’nin yakın tarihinde gerçekleşmiş ve aydınlatılamamış katliamların tarihleri. Benim önerim, bu tarihlerin, ilköğretim ve liselerde bir şekilde önem verilen “Belirli Gün ve Haftalar” listesine alınması. Bu tarihler, bize aynı zamanda nereden geldiğimizi, nerede olduğumuzu ve nereye gittiğimizi de gösterecek rehber günlerdir. Toplum olarak iyiyi ve kötüyü, ne zaman ses çıkarıp ne zaman sineye çekmek gerektiğini çok da ayırt edemediğimizi düşündüğüm bu dönemde, belki bir yönetmelikle bu tarihleri, daha çocuk yaştan itibaren öğrenmek biraz olsun şu yıllardır atamadığımız rehaveti kaldırır üzerimizden.

        Diğer Yazılar