Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "Çok sevgili oğlum"

        Hermann Kafka, oğlu Franz'a bu şekilde başlayan bir mektup göndermedi. Çünkü

        o da oğlunun kendine yazdığı 100 sayfadan fazla uzunluktaki mektubu

        almamıştı. Öyle ki, oğlu Franz, daha sonra dünya edebiyatının

        başyapıtlarından biri kabul edilecek bu mektubu yazarken, Hermann Kafka her

        sabah yaptığı gibi erken kalkıp işine gidiyor, bütün günü çalışanlarını

        azarlayıp, daha fazla satış yapmaya harcıyordu.

        Franz 4 Kasım 1919'da Prag'dan Schelesen'e hareket ederken, tüberkülozun

        yorgun düşürdüğü hasta bedenini taşıyamayacak haldeydi. Korkmaktan çok

        beklenen bir durum gibi karşılıyordu hastalığını. Onu hem dirençli hem de

        yorgun hale getiren bir göçün hazırlığın içindeydi. Artık 36 yaşındaydı ve

        ömrü boyunca planladığı en büyük eseri için kararlıydı. Alıcısına asla

        ulaşmayacak bir mektup: "Babaya Mektup." Kendince birçok nedeni vardı

        babasına yazmak için. Bu mektubu yazamasaydı, belki de yıllardır aklını

        meşgul eden düşünceler, bir iç hastalık halinde daha erken nüfuz edecekti

        vücuduna ve onu daha erken bir ölüme mecbur bırakacaktı.

        Babası Hermann Kafka, iri bedeni, mutlu evliliği, Yahudi cemaati tarafından

        kabul edilmişliği ile oğlu Franz için o güne kadar yalnızca yenilgi hissine

        neden olmuştu. Bu yenilginin içinde babasının Franz'ın tam aksine kararlı,

        dayanıklı, sağlıklı ve iştahı yerinde bir adam olması vardı. Bir dahi mi,

        psikolojik çöküntüler içinde yalnız bir adam mı yoksa ikisine de sahip biri

        mi olduğu bugün hala tartışılan Prag doğumlu Alman yazar, belki de bu

        yenilgi ile yüzleşmeye artık hazırdı. Babasının gölgesinde kalmış kişisel

        tarihini anlatmak için bundan daha iyi bir zaman olamazdı. Belki kendini ve

        babasını affettiğinden belki artık kaybedecek bir şeyi kalmadığını

        düşündüğünden, belki de kısa hayatının son birkaç yılını huzur içinde

        geçirmesini sağlayacak bir barış ümidinden, 10-19 Kasım 1919 arasında kalemi

        eline aldı ve yazmaya başladı:

        "Çok sevgili baba,

        .... Hakareti gözdağı vererek güçlendirirdin ve bu, artık benim için de

        geçerliydi. Sözgelimi şu bana korkunç gelirdi: 'Seni balık gibi parçalarım',

        bunun ardından kötü birşey gelmeyeceğini bilmeme rağmen (tabii küçük bir

        çocukken bilmiyordum bunu) ama bunu bile yapabilecek olman, senin gücüne

        ilişkin kurgularımla örtüşüyordu. Senin birini yakalamak üzere bağırarak

        masanın çevresinde koşturman, yakalamayı besbelli hiç istemediğin halde,

        istermiş gibi davranman ve annemin sonunda o kişiyi sözümona kurtarması da

        bana korkunç gelirdi (sf 13,26)."

        Doğrudan, ikinci şahsa, babaya yazılan bu satırlar, o güne kadar aklını

        kemiren düşünceleri anlatmasına da olanak verdi. Öncelikle istediği, bir

        Kafka olarak anılmayı istemediğinin anlaşılmasıydı. Dünya ona yıllardır

        Kafka diyerek, kulağa hoş gelen bir müziği tekrarlıyorken; o kendini

        annesinin ailesinin özelliklerini taşıyan bir Löwy olarak görüyordu. Kendini

        betimlerken, "çoğu zaman da insanı tümüyle yüzüstü bırakan Löwylere has bir

        itkiyle harekete geçebilen, bir parça Kafka tarzı geri plana sahip bir

        Löwy'yim (sf15)" diyordu. Yüzüstü bıraktığı insanlar kadınlardı. Önce üç kez

        nişanlanıp ayrıldığı Felice Bauer, ardından evlenme planından ev bulamamak

        gibi bir nedenle vazgeçtiği ancak hayatında onu en çok güldüren insan olma

        özelliğine sahip Julie Wohryzek. Mektubu yazdıktan sonra -yüzüstü

        bırakmaktan sayılırsa- ölümü ile geride kalan en sevdiği kadın Milena

        Jesenska. Franz'ın evlilik girişimleri yine babasından kaçabilmek içindi.

        Gerçekte, yaratımın evlilik gibi mesai isteyen bir ilişki türü ile birlikte

        yürütülemeyeceği düşüncesine sahipti. Bu yüzden kararsızdı. Ya evlenip bir

        kadına "eş" olmaya çalışarak -ki Kafka için bu çaba gerektiren bir durumdu-

        toplumda ve ailesinde kendine seçkin bir yer edinecekti ya da o güne dek

        olduğu gibi yalnız bir hayatı seçip, sadece edebiyatla ilgilenecekti.

        İkisinin bir arada yürütülebileceğini ise aklından bile geçirmiyordu.

        Ağır hastalığının bedenindeki tahribatını günbegün hisseden, bazı geceler

        üstü başı ciğerlerinden boşalan kanla yıkanan 36 yaşındaki bu olgun adam,

        altı yaşındaki çocuğa acıyarak bakıyordu. Örneğin, o küçük çocuk boy

        atıyordu ancak bununla ne yapacağını bilmiyordu ve bu nedenle sırtı

        kamburlaşmıştı. Oysa her şey çok başka olabilirdi. Başka bir hayat yaşamış

        olma arzusu ile babasına yazdığı mektubun içinde kimi zaman tesirini asla

        kaybetmeyen hatıraların altında eziliyor kimi zaman da çelimsiz bir

        kahramana dönüşüp meydan okuyor, acımasızlaşıyordı "... Senin verdiklerinin

        tadını çıkarabildim, ama ancak utanç, yorgunluk, zayıflık, suçluluk bilinci

        içinde. Bu yüzden sana tüm bunlar için ancak bir dilenci gibi minnettar

        olabilirim, edimlerimle değil. Tüm bu eğitimin bir sonraki sonucu, bana,

        uzaktan bile olsa, seni hatırlatan herşeyden kaçmamdı (sf.33)." Bu

        kaçışlarında yalnız değildi. Kızkardeşi Ottla da daha fazla babası ile

        birlikte yaşamak istemiyordu, 1917'de eniştesine ait bir tarım arazisini

        yönetmek için Zürau'ya taşındı. Babasının karşı çıkmalarına rağmen, kardeşi

        Elli ve ağabeyi Franz'dan destek buldu.

        Monarşisini en başından ilan etmiş baba, evin içinde çocuklarına hayat

        tecrübelerini anlattığını zannederken, onlarda, özellikle de hayatta kalmayı

        başarabilen tek oğlu Franz'da nasıl bir etki yarattığını bilemezdi. Oğlunu

        hiçbir zaman takdir etmemiş, onun sevdiği kadınlardan ölesiye nefret etmiş,

        Franz'ın yazarlığını asla meslekten saymamıştı. Babasının tahakkümünden

        kaçabildiği anlarda odasında kitaplarının ve daktilosunun başında saatler

        geçiren Franz için yazmaktan başka bir yol yoktu. Vejetaryenliği, cılız ses

        tonu, narinliği, bir Yahudi gibi davranmayı beceremeyişi, "kendine layık

        olmayan" kadınlarla evlenmeyi istemesi, zayıf aile bağları ve yalnızlığı...

        Hepsi eninde sonunda babasına bağlanmıyor muydu? Yine de evin hayatta

        kalmayı başarmış tek oğlu olması bile takdire şayan bir direncin belirtisi

        diye değerlendirilebilirdi. Kafka'nın mektubunda buna hiç değinmemesi, belki

        de kendini asla o monarşinin veliahdı olarak görmemesindendi. Zaten,

        "taşkalpli" kral da böyle bir veliaht bırakmaktansa, krallığın yok olmasına

        göz yumardı. Öyle de oldu: Elli ve Ottla, ağabeylerinden 19 yıl sonra

        öldüler, ailenin geri kalanı ile "en sevdiği kadın" Milena gibi toplama

        kamplarında...

        Mektubun bazı bölümlerinde yaptığı analizlerde sert ve yıkıcı bir üslup

        takınmakla birlikte oğul, adaletsiz değildi. Kendinde ve bilhassa annesinde

        de kusurlar arıyordu. Öyle ki Kafka'nın bu içedönük ve hassas ruh halinden,

        mektuba bakarak, annesini sorumlu tutanlar da vardır. Franz, annesinin bu

        soğuk savaşı hep görmezden gelen arabulucu tavırlarını eleştirip bu yönde

        imalarda bulunsa da, dünya baba-oğulun etrafında dönmekteydi: "...Yani eğer

        dünya yalnızca senden ve benden ibaretse ki yakın olduğum bir düşünceydi bu,

        o zaman bu dünyanın arınmışlığı seninle sona eriyor ve senin öğüdün

        sayesinde benimle kirlilik başlıyordu.(sf 57)"

        Babası, Franz'ın hastalığını ancak 1918'in Kasım ayında, Ottla'dan aldığı

        bir mektupla öğrenebildi. Annesi durumu haber alır almaz ona daha iyi

        koşullar sağlayabilmek üzere girişimlerde bulunduysa da babasının hastalığa

        nasıl yaklaştığı belirsiz. Ancak mektubu yazdığı sırada babası ve annesi

        hastalığının ciddiyetini biliyorlardı. Belki de tekstil dükkânındaki işlerin

        yoğunluğuydu Hermann Kafka'nın bu hastalığı yeterince önemsememe sebebi.

        Yakınlarının daha sonra anlattıklarına göre, 1852 doğumlu baba Kafka,

        otoriter, iri yapılı, hoş görünümlü ve asabi bir adamdı. Ancak bunların

        yanında yardımseverdi, ulaştığı noktaya kendi çalışkanlığı sayesinde

        gelmişti. Oğlundan tamamen farklı, azimli, kararlı ve inançlı bir yapıya

        sahipti. Kıskanılacak kadar. Dönem koşullarını düşündüğümüzde, Hermann

        Kafka'nın bir Yahudi olarak 19. yüzyılın ortasında ailesi ile yapayalnız

        kalmış bir adam olduğunu söyleyebiliriz. Fakir bir ailede doğmasına rağmen,

        kısa sürede kendini toparlamış ve hem sinagogda faal görevler üstlenmiş hem

        de evinde bakıcılar, eğitmenler çalıştıracak kadar iyi bir duruma gelmişti.

        Biraz da bu nedenle, ölümünden sonra görüşülen en yakın arkadaşı, babası

        için Franz'ın iddialarını tek taraflı ve yanlış bulacaktı.

        Babaya Mektup, hassas ve adım adım ölüme yaklaşan genç bir adamın babasına

        sesini duyurma çabası, her zaman babasının sağlıklı bir adam olmasına

        duyduğu yenilginin tazelenmesi ya da abartılarla süslü ve gerçekten de tek

        taraflı bir edebi metin olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Franz'ın doktora

        seviyesinde avukatlık eğitimi aldığı da kendini savunurken başvurabileceği

        yöntemleri güçlendirir. Zira metin içinde seçtiği kelimeler, savları ve bu

        savları güçlendirme biçimi içinde avukat Franz Kafka ile okuyanı karşı

        karşıya getiriyor. Her halükarda babasının aslen bir taşralı oluşunu, büyük

        bir şehirde görece büyük bir aileyi var etme ve ayakta tutma çabalarını da

        göz ardı etmemek gerekir. Dini kitaplar dışında entelektüel tarafını pek

        geliştirme fırsatı bulabilmiş gibi görünmüyor. Bunun yanında taşrada ona

        verilen "erkeklik", "babalık", "iyi evlat olmak" gibi bildiği birkaç temel

        eril formülü sorgulaması, üzerlerine fazla kafa yorması da beklenemez.

        Bildiği yolları da çocuklarına aktarmaya çalıştıysa bile bir süre sonra

        bundan vazgeçmiş olacak ki, Franz ile ona bu mektubu yazdıracak kadar

        köşelerine çekilmişlerdi. Belki de tek oğlu ve varisi Franz'a gönül

        rahatlığıyla aileyi teslim edemeyeceğini anladığında, vazgeçmişti. Bu

        vazgeçiş oğlunu daha da öfkelendirmiş olsa gerek ki, mektubun bazı

        yerlerinde babasını, tıpkı bir zamanlar babasının ona yaptığı gibi

        aşağılıyor: "Senin karşında bir parça da olsa direnebilmek için, kısmen de

        bir tür intikam olarak, çok geçmeden sende farkettiğim küçük, gülünç şeyleri

        gözlemlemeye, biriktirmeye abartmaya başladım. Sözgelimi senin çoğu zaman

        yalnızca görünüşte senden üstün olan kişilere kolayca hayran kalmanı ve

        bunları, diyelim bir imparatorluk müşavirini ya da bunun gibi bir şeyleri

        durmadan anlatabilmeni (diğer taraftan senin, babamın kendi değeri için

        böyle değersiz onaylara ihtiyaç duyması ve bunlarla böbürlenmesi üzerdi de

        beni). (sf 29-30)"

        Kafka, hastalığını öğrendikten sonra, ölüm duygusuyla iç içe yaşıyordu.

        Babasına yazdığı ancak hiçbir zaman okutamadığı mektubunun sonunda, ömrünün

        sonuna yaklaştığını ve bu mektup ile ruhunun belki de biraz olsun huzur

        bulabileceğini söylüyordu, "Tabi gerçekte meseleler mektubumdaki kanıtlar

        gibi uymaz birbirine, hayat sabır oyunundan daha fazla birşeydir; ama bu

        itirazın sağladığı düzeltmeyle, ayrıntılarda ne uygulayabileceğim ne de

        uygulamak istediğim düzeltmeyle hakikate o denli yaklaşılmış oluyor ki, bu

        her ikimizi de bir parça yatıştırabilir ve yaşamayı ve ölmeyi

        kolaylaştırabilir. Franz (sf 66)"

        Babaya Mektup, Franz Kafka'nın bütün eserlerinin özünü içinde taşıyan bir

        başyapıt olarak değerlendirilse de o bütün eserlerinden bir tanesi gibi de

        düşünülebilir. Mektubun sayfaları, psikiyatristlere, pedagoglara,

        edebiyatçılara ve okurlara daha yıllarca üzerinde tartışılacak ve yeni

        altbaşlıklar açılmasını sağlayacak betimlemelerle doludur. Bir babaya ya da

        bir çocuğa sahip olmuş herkesi ilgilendiren bir perspektifle donanmıştır.

        Tartışmaya açık olmayan kısım ise bir edebiyatçıdan öte, Franz Kafka adlı

        adamın varoluşunu sorgularken kendiyle ilgili yakaladığı ipuçlarıdır.

        Ölümünden ancak yıllar sonra keşfedilebilen bu çelimsiz, hastalıklı ve dahi

        ruh, bu ipuçları ve birçok bilinmeyen ile birlikte, 3 Haziran 1924'te,

        Viyana'da bir sanatoryumda bedenen ölmüştür.

        Diğer Yazılar