Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ‘112 Öğretmenliğime Notlar’ adlı dördüncü kitabı önceki hafta piyasaya çıkan Müjdat Ataman, çok yönlü bir eğitimci. Ataman, “Öğrenciyle ilişki çok önemli. Öğretmen, öğrencide bilgiyi değil, duyguyu bırakır” diyor.

        Müjdat Ataman çok yönlü bir eğitimci. Sınıf öğretmenliği ve Türkçe öğretmenliği alanında lisans, yaratıcı drama konusunda da yüksek lisans yapmış. Eğitimpedia.com’da yazılar yazan, sınıfta yaratıcılık, çocuk yazını, alternatif eğitim konularında çalışan, bir yandan da Fide Okulları’nda müdür olarak görevini sürdüren, üretken, eğlenceli bir insan. Öğretmenlikte 22. yılını geride bırakırken yazdığı ‘112 Öğretmenliğime Notlar’ isimli kitabı önceki hafta piyasaya çıktı. Kitap vesilesiyle bir araya gelip biraz söyleştik.

        Henüz okumadığım bir kitap hakkında konuşmaya geldim. Ne yazdınız?

        22 yıl önce, öğretmenlikte doğru bildiğim şeyleri yıllar içerisinde nasıl da doğru bilmediğime dair çok deneyimim oldu. Öğretmenliğe başladım, kimse size yol göstermiyor ya da gösterilen yollardan doğru olduğunu zannettiklerinize gittiğinizde yeniden tökezliyorsunuz. Ödeve, yöneticiyle ilişkiye, bir panonun nasıl kullanılacağına, sınıfta yöntem-teknik geliştirmeye, öğretmenlik becerisine ya da öğrenciyle, veliyle iletişime dair her şey. Eğitim Fakültesi’nden mezun oluyoruz; işe başladığımızda öğrendiğimiz teorinin hakikatte karşılığı olmadığını görüyoruz.

        Öğretmenler için el kitabı mı yazdınız?

        Sanırım. Hani Nasreddin Hoca eşekten düşmüş, doktor çağırmışlar “Yok” demiş, “Bana eşekten düşen birini bulun”. Bunun gibi bir öğretmeni ancak bir öğretmen anlayacak. Öğretmenlik bize kutsal diye anlatıldı; hiç kutsal filan değil, en profesyonel meslek. Profesyonellik de yöntem bilimin çok güçlü olmasını gerektiriyor. Kitapta yönteme dair 112 not var. Notları okursanız harika bir öğretmen olmuyorsunuz ama bak birisi de böyle düşünüyor ya da yıllar içerisindeki düşünce yapısı böyle değişmiş diyebilirsiniz. Mesela okul gezisine giderken öğrenci yararı ne demek? Çünkü hep okul yararı oluyor. Ya da Sabancı Müzesi’ne Miro geldi ona gittik. Bir Miro eserinin yanında esere dair çizim yapan çocuğun omzuna dokunan güvenlik görevlisi “Oraya sakın dokunma çünkü o çok değerli” dedi. Senin dokunduğun omuz da değerli, sakin ol.

        ‘Öğretme’ hâlâ geçerli bir kavram mı?

        Bizim dönemimizde öğretmende bilgi vardı, o anlatı- yordu, biz dinliyorduk. İlk kez bir kuşak küçüklerden öğreniyor. Biz kalkıyoruz öğretmen olarak hâlâ bilgiyi güç olarak satmayı deniyoruz ama çocuklar için çok komik kalıyor bu. Çünkü bizde bir bilgi yok. Hayat bilgisinin ilk 3 yılına baktığınızda 5 yaşındaki çocukların bile bildiği şeyler var.

        'Öğretmenin tek hayali atanmak'

        Öğretmenlik eğitimleri nasıl?

        Eğitim fakültesinde hocalar öğretmenliği bilmeden teori anlatıyor. En az belli bir süre öğretmenlik yaparak öğretim görevliliğine geçmeleri gerek. Başka bir sıkıntı atanamayan öğretmenler, yüz binlerce öğretmen “Atanamıyorum” diyor.

        Aslında onlara ihtiyaç var...

        Özel okulların çok işine yaradı, ucuz işgücü çıktı ortaya. Geçen yıl Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde açılış dersi verdim. “Kapatın gözlerinizi, 10 yıl sonra neredesiniz?” diye sorduğumda tek söyledikleri “Atanmışım, bir okuldayım” oldu. Öğretmen olacak, okul dışında hayali yok, çok ilginç. Milli Eğitim Bakanı olmuşum ya da UNICEF’te şunu yapıyorum, dün yada eğitim adına bir model geliştirmişim, bununla ilgili bir sunumda New York’tayım diyen yok. Hayallerimiz o kadar küçücük hale geldi ki.

        ‘ÇOCUKLARIN HEYECANINI ÖLDÜRÜYORUZ’

        Ya mesleğini yapabilenler?

        Mesleğini yapanlar da şunu istiyor: Rahat edeyim. Kimsenin bir şeyleri kurtarma, düzeltme derdi yok. Çünkü iki kutba döndü Türkiye. Eğitimle ilgili konuşulan şey İslami mi olsun laik mi? İki kesim de birbirinden nefret ediyor. Bunu siyasiler tartışabilirler ama biz eğitimciler karşı tarafı anlamak zorundayız; mahallenin çocu- ğunu anlamak zorundayız. Birinci sınıfta şöyle bir kazanım var: Bayrağına saygı duyan, vatanını seven çocuk. Bir dur, şu çocuk toprağı bir sevsin ya. Toprağa dokunan çocuk zaten toprağı da sever vatanını da. Her şeyi simgesel ele alıyoruz, çok büyük cümlelerle konuşuyoruz. Bırakın ezberi. Öyle bir soru sor ki öğrencilerin aklına bir çengel at, o çengel merak ve heyecanla bir şey araştırmalarına yardımcı olsun. Öyle bir soru sor ki sorgulasın, düşündürsün.

        Bildikleri şeyleri tekrar öğretmeye mi çalışıyoruz?

        Yanıtını bildiğimiz sorular soruyoruz çocuklara, heyecanlanmıyorlar. Çocuklar merakla ve heyecanla büyüyorlar. Biz öldürüyoruz bunu. Öğretmenliği şuna benzetiyorum aynı dekor, aynı öğretmen, aynı ses tonu, aynı konu; böyle bir oyunu izlemeye kaç kere gidersin? Çocuklara zorla diyoruz ki “Aynı ses, aynı şey” ama dinle. O zaman öğretmenin sanatçı olması, bir şeyleri değiştirmesi lazım. Dramatik kurgu, sınıfın dekoru, günün sorusu... Biz çocukları aptal yapıyoruz, eğitim aptal yapıyor. Üst bilişsel düşünceyi desteklemiyor eğitim.

        ‘Kendiyle barışık çocuklar lazım!

        Sizce artık Türkiye’de üniversite mezunu olmanın anlamı var mı?

        Yok. Çocuğunuzun eğitim gideri olarak harcadığınız parayla hukuk okutabiliyorsunuz mesela. 60 bin liraya tıp, 20 bin liraya mühendislikler var. Sınavda 1 aylık bir test eğitimiyle bir üniversiteyi kazanabilirsiniz. İçeriği boş çünkü! Yüzlerce üniversite var. Hacettepe hâlâ direniyor belli konularda, ODTÜ direniyor, Boğaziçi’nde iyi işler yapılıyor ama öyle üniversiteler var ki içeride eğitimci yok.

        Bizimkiler büyüyünce ne olacak bilmek mümkün değil. Peki ne lazım çocuklara?

        Kendiyle barışık olmalı, kendini sevmesi gerekiyor ve ayaklarının üzerine sağlam basması lazım, onun da yolu okul. Düşecek, sorun yaşayacak. Bugün bir öğrenci gitmiş birine vurmuş ve küfretmiş, geldi buraya, benimle baş etmek zorunda. Aile diyor ki “Hocam sizden korkuyor.” Korkacak ama korkuyla nasıl baş edeceğini bilecek. İkna edecek, otoriteyle çarpışacak, hakkını savunacak. Okulda akranlarıyla yaşadığı sorunu çözmeyi öğrenecek. Çocukların merak ettikleri alanları çoğaltalım. Müzeye gitsinler, sanattan anlasınlar, ne kadar çok sanattan anlasalar o kadar iyi bir toplum olacağız.

        ‘Seni görüyorum’

        İyi öğretmen nasıl olur?

        Tutkulu olur. “Benim bildiğim doğru” demez. Yıllar evvel ben sınıfta kalemle oynayan bir öğrenciye “Bırakır mısın o kalemi, dikkatin dağılıyor” diyordum. Sonra bir gün bir psikoloğun eğitiminde şunu duydum: Çocuklar bazen odaklanmak için bir şeyle oynarlar. İyi öğretmen olmak için önce öğrenmeye hakikaten açık olmak gerekiyor. Öğrenciyle ilişki de çok önemli. Öğrenciler öğretmene “Bana şunu öğrettin” diye dönmüyorlar. Bir duygu verebildiyseniz ona dönü- yorlar. Yani duyguyu bırakıyorsunuz, bilgiyi değil. Bilgi gidecek.

        Arkada unutulmuş çocuklar var

        Eğitim iyi bir şey mi?

        Eğitim çok iyi bir şey. Bir kere çok doğaçlama. Bir planla güne başlıyoruz; kapıyı açıyor diyor ki “Öğretmenim bana tükürdü”. Evet merhaba hadi bakalım tüküren, tükürülen; siz planda yoktunuz.

        En güzel tarafı ne öğretmenliğin?

        Birilerine dokunuyorsunuz ve bir gülümseme bırakıyorsunuz, keyifli bir an bırakıyorsunuz, yıllar geçiyor o keyifli anın başka bir yerde bambaşka bir şeye dönüştüğünü görüyorsunuz. Ben öğrencilerin bizim tarafımızdan görülmesi gerektiğine inanıyorum. Görülmek, şişirilmek demek değil. Hey seni görüyorum, seni dinliyorum, seni tanı- yorum demek. Görülmeyen çok fazla öğrenci var, hele Türkiye’de nüfus bu kadar kalabalıkken, devlet okullarında arkada unutulmuş çocuklar var. Bir öğrencinin yaşamını küçük bir dokunuşla, bir cümleyle anı doğru yakalayarak değiştirebiliriz. O yüzden öğretmen çok önemli ya da ben önemli görüyorum.

        Diğer Yazılar