Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BEYRUT

        BİR yazarın evi var mıdır? Bir yazarın kaderi doğduğu toprağın kaderine bağlı mıdır, olmalı mıdır? Gitme imkânı varsa ve memleket senin hayatını gerçekleştirmeni engelleyen bir enayilik döneminden geçiyorsa gitme hakkın var mıdır? Bu ihanet midir? İnsan ülkesini terk etmek ile kendine ihanet etmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalsa hangi seçenek daha az kederlidir?

        MAHZUNİYET PLAJI

        Bir süredir bunları düşünüyordum. Orhan Pamuk üzerinden bilhassa. Herkes plaj görüntülerini konuşuyor ama insanın evinden uzak olmasının, ülkesinde korumalarla gezmek zorunda kalmasının kederini hangi plajdaki hangi uzun yürüyüş unutturabilir insana! Onunki bir seçimdi belki. Başına bunların geleceğini bilmiyor değil di. Ama yine de... Kendi evinde korku mecburiyetiyle cezalandırılmak... Bunun hak ediLdiğini düşünmek için büsbütün merhametsiz olması gerek insanın.

        Ülke, belki de her zamanki gibi, en çok düşünen beyinlerini, yaratan ellerini derbeder ediyor, harcıyor. İnsanlık tarihine hikâyeler, eserler bırakacak insanları bırakmıyor ki derinleşsinler, yoğunlaşsınlar. Yirmi dört saatte bir yeni bir “bomba” ile sarsılıyor beyinlerimiz. O vakit beyinlerin göç etme hakkı doğar mı? Bunu düşünüyordum... Orhan Pamuk üzerinden ve şimdi Amin Maalouf sayesinde...

        HAYAL KIRIKLIĞI YARASI

        Beyrut’tayım. TRT’nin belgeseli için, Amin Maalouf’un izinden buraya geldik. Beyrut’ta roman yazmış biri olarak roman yazmak için Beyrut’u, doğduğu, büyüdüğü şehri terk etmek zorunda kalmış bir yazarı anlatacağım. Otel odasının balkonundan bir beton yığını olarak görünüyor Beyrut. İçindeki bin türlü hikâyeyi bilmeyenler için arsız bir beton yığını. En önemli tarihi kalıntıları, binalardaki kurşun yaraları ve en önemli turistik etkinliği, insanların anlattığı savaş hikâyeleri.

        Maalouf burayı 1976’da terk ediyor. Tahmin edebiliyorum nasıl olduğunu. Şehir bir çizgiyle ikiye bölünüyor. Ortadoğu’nun Paris’i olmayı hayal etmiş bir şehrin bütün hayalleri yıkılıyor, hangi tarafta olursa olsun insanların kalplerinin bir yarısı Yeşil Hat’tın öteki yanında kalıyor. Maalouf çocuklarını, eşini de alıp Paris’e taşınıyor. Hıristiyan Arap olduğu için Fransızca eğitimi iyi olmalı, dil konusunda bir sorunu yoktur muhtemelen ama ülkeyi, tam da alevler içinde yanarken terk etmek... Feyruz “Yüreğimden selamlar Beyrut’a” ağıdını yakarken şehre...

        Bir yazarın kendini gerçekleştirmek, hikâyelerini yazabilmek için buna izin vermeyen ülkesini terk etmesi, aç kalmamak için başka bir ülkeye giden insanlarınkinden farklı mıdır? Niye birincisindeki günah hissi, ihanet tınısı daha fazla gibidir?

        ENAYİLİKTEN GERİYE KALAN

        Beyrut’ta savaş 15 yıl sürdü, herkes herkesi öldürdü. Herkes herkesin kanlısıydı. Oysa bugün uçakta bakıyorum da Türkiye’den gelen turistler gruplar halinde herhangi bir yere gelmiş gibiler. Hiç savaş görmemiş bir yere gelmiş gibi. Belki bölük pörçük savaş hikâyeleri dinleyecekler, turistler için küçültülmüş, eksiltilmiş hikâyeler. Sonunda, onca ölümden ve kederden geriye bu kalmış olacak: Hikâyeler. İnsanlığın enayiliğinden geriye insanlık tarihinin en kadim ağısı kalacak: Hikâyeler.

        CÜMLE EVİ

        Belki de giden yazarlar bunu biliyorlar. Her şeyin geçeceğini, geriye sadece hikâyelerin kalacağını. Kan denizlerinin kuruyup cümlelere dönüşeceğini...

        Maalouf, “Yüzünce Ad” kitabında şöyle dedirtiyor terk ettiği evine geri dönmek için yola koyulan kahramanına:

        “Benim atalarım da aynı şeyi yapmadılar mı? Hem benim atalarım, hem de bütün insanların ataları. Tüm kentler, başka yerlerden gelen insanlar tarafından kuruldu, iskân edildi; tüm köyler de öyle; ancak art arda gelen göçler doldurabilirdi yeryüzünü eğer yüreğim eskisi gibi dalgalı, bacaklarım hâlâ hafif olsaydı, belki de ben de doğduğum denizden yüz çevirir, yalnızca adı bile yeterince baştan çıkarıcı bu Yabancılar Mahallesi’ne giderdim.”

        Söyleyecek sözün, ülkenin gürültüsünde duyulmuyorsa ve o sözü söyleyemezsen delireceksen gider miydin? Yazarın evinin yeri bu sorunun cevabında gizli.

        Diğer Yazılar