Sondan sonra
"BÜYÜK Tanışma" yazı dizisi bugün bitti. Okuyanlar, Türkiye'nin bugünkü ruhunu anladılar. Şimdi daha iyimserler. Televizyondaki, Meclis'teki kavgalara bakıp, "Bu ülke bu işi kıvıramayacak galiba" diye efkârlananların kederi dağıldı. Çünkü bu yazı dizisi, Türkiye adlı bir "imkânı" göstermek için yapıldı. Yazı dizisine bakanlar, Türkiye'nin yol haritasını gördüler. Hakiki yol haritasını... Kalbimizin haritasını. Konjonktürel gerginliklerin, gelip geçen hükümetlerin, her gün değişen "bomba gibi gündemlerin" ötesinde, kalıcı olanla, tamı tamına "biz" olanla ilgili cümleler kurduk çünkü. Hepimizin hep birlikte neye ihtiyacı olduğunu gördük.
KARŞI MAHALLELERİN BENZER CEVABI
Enteresandır, yazı dizisi sürerken birbirinden çok farklı, muhtemelen birbiriyle hiç konuşmamış insanlar aradı. Örneğin, İslami kesimin vicdanı saydığım, yazar-sosyolog Fatma Barbarosoğlu ile Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök aynı gün art arda arayıp, neredeyse aynı cümlelerle kutladılar yazı dizisini. Belki de bundan sonraki hedef, birbiriyle hiç konuşmamış insanları bu samimiyet ve aynı nezaketle gerçekleşecek bir konuşmaya davet etmek olmalı. Çünkü krizler gelir geçer, biz buradayız. Anadolu burada. Ve biz, birbirimizin gözünü oymadan yaşamak zorundayız. Kimsenin "Ya sev ya terk et" kıskacına maruz kalmayacağı bir ev kurmalıyız.
TÜRKİYE KİMDİR?
Peki "Büyük Tanışma" yazı dizisi boyunca ne öğrendik Türkiye hakkında, sıralayalım...
Her kesim, "Estağfurullah"tan şikâyetçi. Konuşanların hepsi istisnasız aynı şeyi söyledi. Ermeni'yim, Kürt'üm, İslamcıyım, Atatürkçüyüm, Alevi'yim demenin cevabı hep aynı: "Estağfurullah!" Buradan ne çıkıyor? İnsani ve toplumsal ilişkinin en basit nezaketini ıskalıyoruz: Birbirimizin neye kırıldığını bilmiyoruz ve hiç söylemesek bile "ötekinin" eksik, yanlış, bozuk olduğunu taşıyoruz kafamızın arkasında. Ayrımcı olduğumuzun farkında değiliz.
Bu ülkenin inanma üslubunda, aidiyet kültüründe bir jakobenlik var. Herkes bir diğerinin kendine benzemesini istiyor. Buna karşı çıkanlar bile aynı hamurdan yapıldığı için onlar da aynı katılığı sergiliyor davranışlarında.
Herkes, karşı mahalleden çok kendi mahallesinde kendi hakkında söyleneceklerden çekiniyor. Karşı tarafla hakiki bir iletişimi sağlayacak olan özeleştiri, karşı tarafın cephanesi olacak korkusuyla her kesimin eleştirisi kendi içinde kalıyor. Her kesim, karşı tarafa yaptığından daha sert bir ötekileştirmeyi kendi içinden çıkan, özeleştiri yapan figürlere karşı uyguluyor. Yani her kesimde tektipçi terör var.
Bütün kesimler lafa, "Ben kendimi yeniden mi anlatacağım!" öfkesiyle başlıyor ama hepsi, kendini hakiki anlamda anlatmak için yanıp tutuşuyor. Herkes televizyonlardaki "ringe" dönüştürülmüş toplumsal tartışma ikliminden rahatsız. Bütün kesimler biraz daha serinkanlılık ve nezaket bekliyor.
Herkes o kadar ajite olmuş durumda ki en saf ve iyi niyetli merak bile saldırı olarak algılanıyor. Oysa her kesim kendisinin yeterince tanınmadığına inanıyor. Aslında biraz ihtimam bekliyor herkes ve "kavga" ortamının sertliğinden dolayı kimse bunu söylemeyi kendine yediremiyor.
Herkes, "ötekinden" öğreneceği bir şey olduğunun, hatta "ötekinden" öğrendiğinin farkında aslında, ama itiraf etmiyor. Solun direnç kültürü sağı, laik kesimin şehirliliği İslamcıları, Alevilerin insana yaklaşımındaki letafet Sünnileri, Ermenilerin bu ülkedeki yaşama inadı, ırkçı olduğunu fark etmeyen Türkleri etkiliyor. Kimse birbirine ne kadar özendiğini açık etmiyor.
Ortak noktalarımızı birbirimize benzemek endişesiyle reddediyor ve "karşı mahalleden" sanılmak endişesiyle karşı mahallenin davranışlarından hiçbirini sergilememeye gayret ediyoruz. Bu, kutuplaşmayı gerçekte olmadığı kadar keskinmiş gibi gösteriyor.
NE YAPMALI?
"Büyük Tanışma" yazı dizisinde daha ziyade yaralarımızı ve korkularımızı tanıştırma niyeti, böylece herkesin hiç göstermediği yanlarıyla anlatılması hedefi vardı. Ama bu yeterli değil. Konuşmaya yeniden başlamanın yöntemini bulurken iki insan arasındaki bozulmuş iletişimi canlandırmak için kullanılan yöntemleri kullanmak gerek. İyi yanlarımız neler, bunlardan konuşmalıyız.
İslamcıların mana dünyasının derinliği, solun açık kalplilik imkânı, laiklik savunucusu kesimin ülke konusunda içtenlikle endişelenebilme yeteneği, Alevilerin bu kadar baskıdan sonra hâlâ içine kapanmama becerisini göstermesi, Ermenilerin acıyı taşıma asaleti... Şaka değil bunlar. Bu ülkenin içine düştüğü öfke nöbetinden kurtulması için şefkat, merhamet, vicdan ve serinkanlılık gerekiyor.
NASIL YAPMALI?
Birlikte yaşamı, konuşmayı savunmak soyut kavramlar. İçini nasıl dolduracağız?
Kabullenmenin dayatmacı tonu da değil, hoşgörü göstermenin içinde gizlenen kibir de değil. Eşit insanlar olduğumuz bilgisini bilinç haline getirmiş bir ruh haliyle meraklarımızın müstehcenliğini ve korkularımızın naifliğini kabul ederek konuşmaya başlamamız gerekiyor.
Türkiye'nin içinden geçtiği dönüşümde kimsenin kendini yok sayılmış ya da fazla muktedir hissetmeden, kimsenin mağduriyetlerinin acısını ötekinden çıkarma hedefi gözetmeden, herkesin bu konuşmaya katılması gerekiyor. Şimdi bu bilgi demlensin, belki sonra yeniden konuşmak gerekiyor...
okur@ecetemelkuran.com