Yazarlar toplantısı üzerine: Başbakan, Başbakan olalı...
BEN, kahvaltıya gitmedim. Zira ABD’ye gidecektim. Fakat siyasi iktidarın sismik laneti mi, Tayyip
beyin gelmedim diye hatırı mı kaldı bilmiyorum, volkanlar infilak etti, âlemler küle bulandı ve ABD’ye de gidemedim. Gelin görün ki Başbakan da benden daha az azap çekmemiş. “Kahvaltı” diye oturulan masadan altı saat kalkılamamış. Velhasıl şöyle diyebiliriz: Başbakan, Başbakan olalı
böyle zulüm görmedi!
Görünen o ki birbirinden çok farklı siyasetlerden gelen, bambaşkan üslup ve mizaca sahip yazarlar bir konuda mutabakat sağlamışlar: Uzun uzun konuşarak Başbakan’ın ömrünü yemişler! Enteresan bir protesto yöntemi! Muhataba sıkıntıdanbaygınlık geçirtip saf dışı bırakma...Planlasalar bu kadar olur.
ÇAĞIRILMAMIŞ BÜROKRAT
Yazarların çoğu “bürokrat hitabıyla” konuşmaya başlamış:
“Sayın Başbakanım, sayın bakanlar, sayın kabine üyeleri, sayın...”
Kimi münevverlerin içinde çağrılmamış bir devlet adamı mı var acaba?
Açılımın mimarlarından Bakan Beşir Atalay, mikrofonla nükseden ego enflasyonunu fark etmiş olacak, “Arkadaşlar” demiş, “Şu andan itibaren üç saatimiz var”. Fakat kimse aldırmamış. Mikrofondur, adamı öyle yapar bazen! Hele ki iktidarla ilişkiniz fırtınalıysa. Şöyle ki...
İKTİDARLA FIRTINALI İLİŞKİ
Kimisi iktidara babasının tatlı kızı gibi davranıp sevimlilik yapmış, kimisi oraya gelmiş olmanın kendisine yüklediğini sandığı ahlaki yükü üzerinden atmak için üstten konuşmaya çalışmış. Bana sorarsanız iki tutum da aynı zafiyetten kaynaklanır: Eşit olduğunu hissetmemekten. Başbakanlığı dönemi boyunca izlediğim kadarıyla Tayyip Bey zaten en çok bu tür insanlar üzerinde etkili. Bir başbakanın sadece eşitler arasında birinci olduğunu hissetmeyenler üzerinde. “Karizma” diye adlandırılan da bu çoğu kez, karşı taraftaki eziklik hissi. İnsanların karşısında nasıl kıvrandığını, süklüm püklüm olduğunu ya da tam tersi pasif agresif reaksiyonlar gösterip sonra da şefkatle karşılaştığında yelkenleri derhal suya indiriverdiğini çok görüyor olmalı. Büyük olasılıkla Başbakan şimdiye kadar Türkiye’nin psikolojisi hakkında bir uzmana taş çıkartacak gözlem ve deneyime sahip olmuştur. Ne kadar az insanın kendisine, insan gibi “Günaydın” ya da “Merhaba” diyebildiğini gördüğünde acaba bu ülkeye olan inancı azalıyor mu? Ya da kendi iktidarının sonsuza kadar sürebileceğine dair güveni mi çoğalıyor?
KAVGADA ‘DOĞRU’ TARAF
Toplantının “kavgası” yazıldı. Alev Alatlı, “Rastgele on iki kişi tarafından yargılanacağıma Cumhuriyet yargıçları tarafından yargılanmayı yeğlerim” demiş. Alatlı‘nın konuşmasına “Bu memlekette kod birliği yok. Bu da eğitim işidir” diyerek başladığını, buna bir örnek olsun diye bir halk jürisi seçilse bunun içinde töre cinayetini savunanın da cemaat üyesinin de bulunabileceğini söyleyerek başladığı yazılmamış. Ama toplantıya katılan şair Bejan Matur, herhalde Başbakan’ın yargıyla olan kavgası sebebiyle Alatlı‘ya karşı “doğru” tarafı tutmanın iyi bir hamle olacağını düşünmüş olmalı ki “Ben halk jürisini yeğlerim” demiş. Kürt, kadın, bekâr, şair bir kadın için enteresan bir girişim. Doğulu biri olarak başına bir halk jürisiyle neler gelebileceğini bilmiyor olamayacağına göre herhalde başka bir hedefi vardı Matur‘un.
BAŞBAKAN EĞLENİYORDUR
Alatlı, “kod birliğini” anlatırken, örnek olarak Etyen Mahçupyan‘la kod birliği içinde olmadığını söyleyince de duyarlılık tavana vurmuş ve Alatlı neredeyse ırkçılıkla suçlanmış. Kahvaltıya Ermeni olduğu için Etyen‘i sevmek zorunluluğu getirilmiş! Başbakan da (sanıyorum o sırada müthiş eğleniyordu) “Bence Alev Alatlı, Etyen Mahçupyan’ı sevmiyor” demiş. Fevkalade!
Başbakan’a bakıyorum da... Ne bileyim? Sanırım bu ülkeyi yönetmenin ne kadar kolay olduğun düşünüyordur çoğu kez.
okur@ecetemelkuran.com