Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÜLKEYİ niye severiz? Bütün milliyetçi ezberleri bir kenara bıraktığınızda... İçine doğduğumuz uzun bir hikâyedir ülke. Çok iyi bildiğimiz bir hikâye. Parçası olduğumuz. Giderek bizim bir parçamız olan. “Gitmek kaderi düzeltmektir” diyor Cemil Meriç. Ne kadar uzağa gidersek gidelim kaderimizin ülkenin kaderinden ya da benim deyişimle hikâyesinden kopamayacağı için. Varoluşumuzla ilgili olduğu için, kimi kez dilini bile unutacak kadar uzaklaşsak bile.

        ÜLKESİZ İNSANLIK

        Kimi kez başka hikâyelere de gönlümüz düşer. İyi bildiğimiz bir hikâyeyse eğer, parçamız haline geldiyse o ülke, artık haberlerine öfkelenebiliyor ve kimi hazin fıkralarına kederlenebiliyorsak, orası da az çok yurdumuz olur. Gönlümüzün konakladığı bir yer.

        Belki çok sonra, insanlar içine doğdukları değil, kalplerinin seçtiği hikâyelerin parçası olabildiğinde, başka bir hal alacak ülkeyi sevmek dediğimiz şey. Herkesin belki birkaç ülkesi olacak. Ya da kim bilir belki insan kalbinden ülkeyi sevmek, onun için kederlenmek, efkârlanmak diye bir şey kalkacak. Ama şimdi...

        HABER DEĞERİ

        Dev-Yol davasının 1 numaralı sanığı Cahit Akçam telefonda. “Kim bilir” diyor, “Belki de haber değeri vardır”. Sesinde uzun süre uzaktan bakılan bir meydana doğru sonunda yürüyen genç adamların muzaffer sevinci:

        “Biz çocuklarımızla birlikte orada olacağız otuz üç yıl sonra. Darbeciler görsün diye. Biz yok olmadık, çocuklarımızla birlikte buradayız, bunu göstereceğiz.”

        Haber değeri var mı? Ülkenin hikâyesini bilenler için sonsuz kıymette bir havadis. Bir kuşağın hikâyesini, eksik gedik tamamlamasıyla, bir çemberin başlangıç noktasına kavuşmasıyla ilgili. Konuşma sırası sonunda kendine geldiğinde kekelememeye, nefesini ayarlamaya çalışan bir kuşağın tarihten çıkagelişi.

        İNSANIN IŞIĞI

        1977 1 Mayıs’ının siyah-beyaz görüntülerini neredeyse ezbere bilirim. Meydana giren insanların zihin zindeliğinin yarattığı bir ışık düşer görüntülerin ortasına. Tıpkı Rönesans resimleri gibi ışık resmin ortasındadır, güneşten değil insanlardan çıkar. Herkesin kendinden daha büyük bir heyecanı taşımak için, daha iyi, daha zinde, daha güçlü insanlar olmaya çalışması. “İnanmak bu işte” demiştim ilk gördüğümde, “Birlikte her şeyi yapabileceklerinden şüphe duymayan insanların olduklarından daha güzel insanlara dönüşmeleri, daha günahsız, daha iyi insanlara.”

        KAN VE KAHKAHA

        Önceki gün Taksim Meydanı’nda sanırım hepimiz olduğumuzdan daha iyi insanlardık. Daha sağlıklı, daha masum, daha iyi insanlar. İnsanın matematiği böyledir çünkü. Bir şeyi seversin, bir ülkeyi, bir insanı, bir kitabı, bir hikâyeyi ve içinde daha iyi bir insan olmak isteği belirir. Daha güzel olmak istersin ve sadece bunu istemek bile daha güzel yapar seni. Bir ülkeyi seversin, onun kan ve kahkaha damlayan hikâyesini, bu seni daha doğru biri yapar. Sonra sanabenzeyenleri görürsün, oraya daha iyi şeyler olsun diye gelen insanları.Tarifsiz bir taşma hissi için büyür kalbin. Kalbin büyüdükçe daha çok insanı seversin, daha hesapsız, daha fedakâr. Böylece inanmaya başlarsın, kaderi düzeltmek için tek yol gitmek değildir. Kaderi değiştirmek için tek yol...

        TARİHİN AYAKKABILARI

        Olup bitenleri, kaldığım yazarlar evinde, Amerika’da bir dağın tepesinde, Napoleon biyografisi yazan Philip‘e anlatıyorum. “Hımm...” diye düşünüyor, “Demek Türkiye sonunda demokrasi oluyor.”

        Benim kadar sevinmiyor, benim gibi kederli bir neşe içinde dilsiz kalması mümkün değil. Çünkü... Hikâyenin tamamını bilmiyor. 77 Kazancı Yokuşu’nda kalan sahipsiz ayakkabıları bilmiyor. O ayakkabıların sahiplerinin nihayet geri döndüğünü... Tarihin yeniden, ayakkabılarını ayağına geçirip yürümeye başladığını.

        okur@ecetemelkuran.com

        Diğer Yazılar