'Öteki' ve video kasetleri
BUGÜN bu yazıyı yazmanın anlamı var mı, bilmiyorum. “Ötekini” sadece mıhlamak için tanımak arzusuyla sarhoş olmuş bir ülkede... Ötekini tanımak için “gizlice dinleme ve izleme” yolunu seçmiş bir iktidar varken... Fikir tartışmalarına kadın yazarlara “sokak kadını” diyecek kadar alçalmış “fikir adamları” katılabiliyorken... Yine de doğru ve güzel olanın bahsini kapatmamak zorundayız herhalde. Yaygaraya rağmen konuşmakta direnmek. Başka bir yol görünmüyor.
‘ÖTEKİNİN EŞİĞİ’
Sevgili Cihan Aktaş, önceki gün Taraf Gazetesi’nde yazdı: “Ötekinin eşiğinden geçmek.”
Yazının önemli bir bölümü yaptığımız bir sohbete dair. Habertürk’te yayınlanan ve meşum bir sükût ile karşılanan “Büyük Tanışma” yazı dizisi için yaptığımız bir sohbet. (Dizinin giriş bölümüne bu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.haberturk.com/yazarlar/50410 7-ne-mozaigi-ulan-turkiye-mermerdirden buyuk-tanismaya-)
Cihan, “kendilik zindanı” kavramından söz ediyor ve şöyle diyor:
“Diyaloğun öngerektirdiği belli bir saygı ve esneklik konusunda Ece de pek farklı düşünmüyordur sanırım. Muz Sesleri’nin çağrışımlarına dayanarak söylüyorum bunu. O (öteki) evin eşiğinden adım atmak istiyorsanız içerideki atmosfere yerleşebilmeyle ilgili bir hazırlığınız olmalı. (...) (Bu hazırlık sırasında kendinizde) Bir başkalalaşma gerçekleşirse de kendi benliğinizin sınırlarını yoklamalar, sorgulamalar halinde sürer.”
TEVAZUNUN SINIRI
Cihan’la ortak sorumuz şu: Tevazunun ve ötekinin eşiğinden söyleşmek için geçerken esnekliğimizin sınırı nedir? “Ben”, ötekini anlamak için başlayan yolculuğunda ne zaman kendiliğini kaybeder ve ötekine dönüşür? Tevazu ne zaman ödüne dönüşür? Türkiye’nin toplumsal değişimi düşünüldüğünde bunlar kritik sorular. Medya ve siyasette yaşanan, ülkeye dair müstekreh (tiksinti ve nefret uyandıran) bir görüntü sunan hastalığın tedavisinde bu soruların cevaplanması elzem. En azından yaygara durulduğunda.
Bu çağın sorusunun “Ben kimim?” değil, “Sen kimsin?” olduğunu düşünüyorum. Ayrıntılarına girmeden söyleyeyim, Facebook’tan savaşlara kadar insanlığın geçtiği yerin bu soruyla ilgisi var. Ben kimim sorusu, Cihan’ın dediği gibi “benliğin sınırlarını yoklamalar, sorgulamalar halinde” sürüyor. “Ben” nerede bitiyor, öteki nerede başlıyor?
‘ÖTEKİ’NDEN KAÇINMAK
Beyrut’ta bir restoran. Bir ahbabım şöyle diyor:
“Burada herkes var, peçelisi, mini eteklisi, sarıklısı, eşcinseli... Benim annem babam hacı. Türkiye’de asla böyle bir yere gitmezlerdi.”
Türkiye’de ben’in sadece siyasi değil psikolojik ve sosyolojik tarifi de öteki olmamak üzerine kuruluyor çoğu kez. Öteki’nin davranışlarından kaçınmak üzerine kurulan kof ben’lerden kurulan cemaatler var. (Cemaati dini anlamında kullanmıyorum.) Örneğin, İslami kesimin şehirleşememe probleminin dibinde bunun olduğunu düşünüyorum. Buna mukabil laik kesimde de, yaşanan siyasi değişimlerden ötürü, öteki’nin davranışlarından kaçınmak uğruna benzer bir kof çağdaşlaşma ezberi oluştu. Sanırım daha önceleri ne Müslümanlar bu kadar “Müslüman!”dı, ne de “çağdaşlar” bu kadar “çağdaş”. Bu konunun kaba kısmı. Daha incelikli bir yerden bakacak ve Cihan’ın sorusuna cevap verecek olursam şöyle diyebiliriz:
‘BEN’İN SAFRALARI
Ben’in safraları var. Korku bunlardan en bahtsız olanı. Bizi “kendilik zindanına” prangalıyor. Ama olumlu bir safra da var. Özgürlük. Özgürlük, kendini gerçekleştirebilmek ise eğer, ben’in taviz veremeyeceği, verirse öteki’nin ya da tevazunun meczubu olacağı nokta burası. Taviz verilirse o noktada öteki’nin sessiz sultası başlıyor. Cihan, babasının daha kapalı giyinmesini istediği bir genç kadını örnek vermiş. Babasını kırmalı mı, yoksa “öteki”nin hassasiyetine saygı mı göstermeli? Baba-kız örneğinin iyi bir “ben-öteki” denklemi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü iktidarla ben-öteki denklemi doğru kurulamaz. Üstelik ben’in sınırlarını çizmekte olan gence, baba-kız ilişkisinin karmaşık duygusal atmosferinde müdahale etmek, o çizgilerin çizilmesine sabotaj bile olabilir. Ama onun dışında sanırım ben ve öteki hep bir egzersizdir. Ben’ini var eden gerçekleşme olanaklarına tecavüz edildiğini hep bir iç sıkıntısıyla anladığın...