Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün Kürt-Türk çatışmasını çözmek için kendisinden itidal, vicdan ve akıl beklediğimiz Türkiye’nin durumu hakkında ne söyleyebiliriz? Örneğin, eğer Seda Sayan’ın programını Türkiye’nin ortalamasına dair veri sunan bir laboratuvar olarak kabul edersek şöyle diyebiliriz:

        Atatürk’ün mumyasını ve “Allah aşkını” anlatan Yılmaz Morgül’ü aynı dansöz kızlar eşliğinde izleyen, algılayan, sindiren bir uçuk memleket burası. Ya da ekranda, dört ayak üzerinde kalçayı dışarı çıkarma hareketi yapan bir pilates hocasının aynı anda şunu söyleyebildiği bir ülke:

        “...Kalçamızı yukarı yuvarlıyoruz... Bu arada Regaip Kandiliniz...”

        KİMLERLE?

        Şehit haberleri verilip, “reklama gidilip” ardından hayda hoppa oynamaya başlayan bir memleket... Bihter’in “film icabı” ölümüne, askerin “görev icabı” ölümünden belki daha fazla ağlayabilen... Yani güya kutsallarına çok bağlı ama aynı anda o kutsalların ışık hızıyla bütün anlamını boşaltabilen... Güya “hassasiyetleri” olan ama emir büyük yerden olunca sanki o hassasiyetler hiç olmamış gibi davranabilen... Dolayısıyla kime konuşuyoruz? Kiminle konuşuyoruz? Kürt meselesini kiminle çözeceğiz? Bu ülkenin dışında bir yerde çözülmeyeceğine göre bu mesele, kimlerle çözeceğiz?

        VİCDAN SİGARA MIDIR?

        Bir başka sorun daha var: Nasıl konuşacağız? Hürriyet’in dünkü sayfalarında bir haber. İstanbul Barosu’ndan bir avukat (ismi söylenmiyor), Halkalı’da bomba koyduğu sanılan zanlılara alkış tutanlara tepki gösteriyor,bağırıyor:

        “Çocuklar öldü. Neyi alkışlıyorsunuz?”

        Haber fotoğrafında kadın avukatın yüzü mozaiklenmiş. Yani çocuklar öldü diye isyan eden bir insanın yüzü saklanıyor artık. Tıpkı sigara gibi, çocukların ölmemesini istemek de kötü alışkanlık sınıfına girdi demek. Demek artık vicdan sahibi olmak, sigara içmek kadar “sağlığa zararlı”.

        BÖLÜNMÜŞ CENNET

        Dün sabah Habertürk’te haber toplantısındayız. Hazırladığımız “Kürtler ne istiyor?” yazı dizisi hakkında konuşuyoruz. Kürtlerin ne istediğini “eski faşistlere” sormuş olmamızı, öldürülen asker sayısına karşılık “etkisiz hale getirilen terörist sayısı” lafını eleştiriyorum. “Bunlar da insan” dememe kalmıyor, oğlu askerde olan bir arkadaşımız kızıyor. Biliyorum, sadece o değil, birçokları böyle hissediyor. Tuhaf: Aynı Tanrı’ya inanan insanlar, artık ölülerinin bile aynı yere gittiğini düşünmüyor.

        Bu ülkede barışın, çözümün ve hatta itidalin dili, belki duygusal sebeplerle, belki militarist milliyetçi hezeyanlarla mozaikleniyor artık. Ölenin de öldürülenin de insan olduğunu düşünenlere bile tahammülün kalmadığı yer neresi? Orası meşhur “doksan öncesi” dediğimiz yer bile değil. Bu yeni bir “hissizlik”. Bu artık arkasında oryantal kızların dans ettiği, “bol bol sür, bol bol ye” cilasıyla daha da soysuzlaşmış bir hissizlik. Ve bu hissizlik, bombacı olmakla suçlananların tutuklandıklarında zafer işareti yapmasında da var, Buse ile Ceylan’ın aynı cennete gitmediğine inanan Türk milliyetçilerinde de.

        AĞIZLARDA SİLAH

        Şöyle düşünürdüm:

        Güneydoğu’da yaşananları, “Örgüt propagandası mı yapılıyor?” şüphesi olmadan dinleseler, bilseler böyle derler miydi? Bir genç kızın, babasının kaybedildiğini ve beş yıl sonra ekranda babasının ancak kafatasını gördüğünü bilseler mesela. Bir kafatası gösteriliyor ve ismi söyleniyor, televizyondan duyuyorsun ki o kafatası senin baban. Bunu bilselerdi mesela. Annelerin, mezarsız çocuklarının bağırsaklarını eteklerine toplayıp toprağa gömdüklerini. Daha neler neler neler neler...

        Bugüne kadar, bunları bilselerdi, öfkenin azalıp kederin çoğalacağını, acının hepimize ait olacağını, “acının bölünmez bütünlüğünü” anlayacaklarını düşünürdüm. Bugün öyle düşünemiyorum. Bugün ilk kez korkuyorum. Ölümden değil, ölümün kıymetsizleşmesinden de değil, umutsuzluktan korkuyorum. Her Türk’ün asker, her Kürt’ün gerilla doğduğu Türkiye’de üçüncü bir tür kalmayacağından korkuyorum.

        BDP’li milletvekilleri konuşuyor Meclis’te. AKP’liler, BDP’lilere hitaben “kendilerini milletvekili sanan” diye giriyorlar lafa. Siyaset yapanların, haber yapanların, ekranlarda konuşanların ağızlarındaki silahlardan korkuyorum artık. Barışın, vicdanın, insanlığın büsbütün mozaiklenmesinden korkuyorum.

        Diğer Yazılar