Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AKP hepimizi demokrasiye ve insafa çağırıyor. Anayasa değişikliği paketi için yapılacak referandumda kurduğu paradigmayı sadeleştirince mesele şuraya geliyor:

        “İnsan olan bu pakete evet der!”

        Aleyhte oy verecekleri sıkıştırdığı ahlaki kıskaç da şöyle: “Demek 12 Eylül Anayasası’nın değişmesini istemiyorsunuz! Demek demokratikleşme, sivilleşme istemiyorsunuz.”

        ÜLKÜCÜLER NE OY VERECEK?

        Fakat AKP’nin baş koyduğu yolda, kitleleri “evet” oyuna çağırmak için izlediği yöntem enteresan. Söyleminin hedefine eski solcuları ve eski ülkücüleri koyuyor. Eski solculara yapılan şey belli:

        “12 Eylül’ün zulmünü bitiriyoruz. Darbecileri yargılayacak yolu açıyoruz. Sonunda hakkınızı arayabileceksiniz.”

        Paketin somut olarak bu yargılama sürecini gerçekleştirecek hiçbir şey getirmemesi tabii ki her zamanki gibi tamamen teferruat!

        Eski ülkücüler için de bir yöntemi var hükümetin. MHP tabanının, liderlerinin aksine pakete evet oyu vereceği dedikodusunu yayıyor ve ülkücüler açıklama yapmak zorunda kalıyor:

        “Nereden çıkarıyorsunuz!”

        YARASIZLARIN ‘ÇIĞLIĞI’

        Bütün bu resimde enteresan olan şu:

        12 Eylül’den zarar görmemiş tek kesim olan AKP ve çevresi, darbeden fiziksel, ruhsal ve politik olarak ciddi zararlar görmüş kesimi “darbe karşıtı” olmaya çağırıyor. İnsanın aklına ister istemez Fethullah Gülen’in Ekim 1980’de Sızıntı Dergisi’nde, Nazlı Ilıcak’ın, Mümtaz’er Türköne’nin ve benzerlerinin başka yayın organlarında yazdıkları, söyledikleri darbe sevdalısı sözler geliyor. Tabii artık bunları hatırlatmak dönemin siyasi atmosferinde “kadük hesaplaşmalar” sayılıyor. Dolayısıyla oralara girmiyor ve şunu soruyorum:

        “Hiç yara almamışların, eski yaraları deşerek oy peşinde koşması vicdana sığar mı?”

        ‘YETMEZ AMA EVET’TEN SONRASI

        Bu aralar artık fazla kullanılmaktan yer yer çürüdüğünü düşündüğüm vicdan kavramını bilhassa kullanıyorum. Zira dün Taraf Gazetesi’nde samimiyetini ciddiye aldığım, sevgili Leyla İpekçi’nin yazısı bu kavram üzerineydi. İpekçi, referandumda hayır oyu vereceklerin vicdanına sesleniyor ve esasen bugünlerde benim de tam tersinden düşünmekte olduğum bir soruyu soruyordu. Yazıda derin devletin kanlı tarihi sayılıp dökülüyor ve pakete “hayır” dedikten sonra ne olacağı soruluyordu. Cevabı açıktır: Toplumsal mutabakatla, diğer demokratik ülkeler nasıl anayasa yapıyorsa öyle yapılır. Ama benim aklımdan geçen tam tersi sorunun cevabı hayli bulanık:

        “Yetmez ama evet” diyenler eğer bu paket kabul edilirse ne yapacak?

        Anayasa’nın hakikaten ve yeniden değişmesi için çalışmaya, konuşmaya, yazmaya devam edecekler mi? Zannetmem. Bu zannımın da yakın tarihte yeterli gerekçesi var. Şöyle ki...

        Bİ’ YÖK VARDI, N’OLDU?

        HSYK ya da Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ne zamandır AKP’nin ve liberal kesimin gündeminde? Bu kurumlar AKP’ye reel politikada problem çıkarmaya başladığından beri. Soruyu, cevabın netleşmesi açısından tersinden sorayım:

        Neden, kendine demokrat diyen herkesin darbeden beri bela okuduğu YÖK, kendini tek hakiki demokrat sayan bu kesimin gündeminden düştü? AKP’ye problem çıkarmayan bir kurum olarak yeniden oluşmasından bu yana değil mi? “Vicdanı” olan bu sorulara doğru cevap versin. Bilhassa HSYK’nın üye seçim prosedürünü sanki on yıllardır yatıp kalkıp düşünüyormuş, uykuları HSYK yüzünden kaçıyormuş gibi davrananlara soruyorum bu soruyu.

        Ben evet diyenleri AKP’nin kuyrukçusu olarak suçlamam. İsteyen istediği siyasi hareketi destekleyebilir, bunu “kuyrukçuluk” gibi hakaretlerle aşağılamak olgun bir bireye yakışmaz. Ama gündüz gözüyle görülecek bir demokrasi yalanını görmezden gelmek... İşte onu vicdanıma sığdıramam.

        HRANT İÇİN! HRANT İÇİN!

        “Hrant nerede?” İlk kez duruşmaya gittiğimde böyle bir soru düşmüştü içime. Dün de Oral Çalışlar, Radikal’de Hrant’ın duruşmalarına gitmek konusundaki isteksizliğinden söz etmiş. Benzer bir şey belki, benim de o tıkış tıkış ve yıvış yıvış duruşmalara girdiğimde içimde hep o his oluyor:

        Acımızı insan gibi yaşamamıza izin vermiyorlar. Hrant’ın aziz hatırasına saldırılıyor durmadan.

        Dünden beri bunu düşünüyorum: Ne yapmalı?

        Hrant önceki günkü duruşmada kendisi anlattı niye “üstüne gelindiğini”. Atatürk’ün manevi kızının Ermeni olduğunu belgelerle yazdığı için. İpek Çalışlar’ın yazdığı Halide Edib Adıvar biyografisini okurken dikkatimi çekmişti. Adıvar da “yetimhaneden” bir kız çocuğu almak istiyor. Belki de o kuşağın günah çıkarma biçimi buydu. Bu demektir ki “devleti”, “Türklüğü” kuranlar arasında, etrafında belki başka Ermeniler de var. Belki de Hrant’ı bugün burada var etmenin yolu, duruşmalarda onu yalnız bırakmamak kadar, o Ermenileri bulmak. Yola devam etmek yani.

        Diğer Yazılar