Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SEVGİLİ kardeşim,

        Bu satırları derin bir bıkkınlık duygusuyla yazıyorum. Çünkü bir milletin ayarı ancak bu kadar bozulabilir. Bu ayarsızlık da beni düpedüz yıldırıyor.

        Başbakan Erdoğan, iyi bir rüzgâr yakalamış konuşuyor yine ekranda. “12 Eylül’den nemalandınız” diye müstehzi bir tonda ünlüyor. Koç Holding’le ilgili bir açılışta, arkasında holdingin amblemi olmak suretiyle, protokole hitaben söylüyor bunları. Kendi sermayesini yaratmış bir siyasi hareket tatlı el ense hareketiyle eski sermayeye karşı kazandığı zaferin bayrağını dikiyor böylece. Belli ki, kendi hükümetinden nemalanmış sermayeyi darbeden nemalanmış sermayeden daha “helal” sayıyor. Mustafa Koç yerinde rahatsızlanırken bir siyasi hareketin kesin zaferinin mührü basılıyor.

        Keşke efendilerin savaşı sadece efendiler arasında olsa. Öyle olmuyor. Araya idam edilmiş gençlerin mektupları sıkışıyor, gözyaşları, vicdan ve Başbakan’ın iki “y” ile söylendiğinde daha inandırıcı olduğunu düşündüğü samimiYYet...

        İNSAN KASABI İLKÖĞRETİM OKULU

        Beyrut’un Hıristiyan bölgesinde “Elia Hobeika İlkokulu”nu gördüğümde kanım donmuştu. Bir halk nasıl bu kadar şizofrenik olabilirdi? İsrail ile işbirliği içinde Sabra ve Şatilla Katliamı’nı yapan Falanjist milislerin komutanının, düpedüz insan kasabı bir adamın ismi nasıl olur da bir ilkokula... Daha soru aklımdan geçerken sözcükler buza dönüşüp parçalandı. Kendi memleketimin bütün o Kenan Evren okulları geldi aklıma... Biz, sandığımızdan daha kötü durumdayız aslında. Öyle ki insanlar vaktiyle sahip çıkmadıkları kendi gözyaşlarını başkalarının yanaklarında görüp geri almaya çalışıyor bugün. Darbe sonrası hiçbir hükümetin kürsüye çıkıp okumadığı mektupları konuyla hiçbir ilgisi olmayan Başbakan okuyup ağlayınca mesele oluyor. Sen ağlasaydın o zaman. Ağlasaydın ya! İzin vermeseydin bir sermaye ve siyaset savaşında malzeme olmasına çocuklarının, ölülerinin...

        BAŞBAKAN’IN HATIRLATMADIĞI TARİH

        Başbakan Tayyip Bey, açılıştaki konuşmasında tarihler sayıyor, 27 Nisan’ı söylüyor, 28 Şubat’ı vesaire vesaire... “O zaman sesi çıkmayanlar...” diye başlayıp yine samimiYYet meselesine bağlıyor işi. Dünkü Birgün Gazetesi’nden Özgür Mumcu’dan ilham alarak benim de aklıma bazı samimiYYet tarihleri geliyor.

        9 Nisan 2009’u hatırlıyor musunuz? Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün darbedede’yi Çankaya Köşkü’nde ağırladığı gün.

        23 Mayıs 2009’u hatırlıyor musunuz? Bülent Arınç’ın Manisa’da Kenan Evren’le birlikte anaokulu(!) açtığı gün. Bol miktarda plaketleştikleri bir gündü “netekim”.

        25 Haziran 2009’u hatırlıyor musunuz? Tayyip Bey’in Kenan Bey ile nikâh şahitliği yaptığı gün. Tayyip Bey, “En kötü günümüz böyle olsun” demiş ve şimdi Türkiye’ye yapıldığı gibi gelin nikâhı kıyan belediye başkanı tarafından iki kez “Evet” diye bağırtılmıştı.

        GÖZYAŞI TESTİNİ BAŞLATANLAR

        Bu samiYYet testi işini ben başlatmadım, onu baştan söyleyeyim. Bülent Arınç başlattı. Savcı Cihaner’in altı yaşındaki kızı, çizgi filmleri alındığı diye ağladığında küçücük kızın gözyaşları için mizansen demişti. “Türkiye’deki siyasi kutuplaşma bu kadar mı hunharlaştı? Çocukların gözyaşlarına saldıracak kadar mı? Hem de çocuğu için ağlayan bir baba yapıyor bunu. Nasıl olur?” diye sormuştum. Taraf Gazetesi de takma isimle birilerine benim ne kadar “alçak, ahlaksız” olduğumu yazdırıp Bülent Arınç’ı savunmuştu. Gazaları mübarek olsun! Buna karşılık bugün Tayyip Bey’in mektupları okurkenki gözyaşlarının samimiyetini sorgulamıyorum. İnsanım diyen o mektupları okurken ağlar. Ekstra samimiYYete lüzum yok.

        RUHSAL DENGE BOZULMASIN DİYE...

        Zaten meselenin samimiYYetle ilgisi yok. Hükümet partisi bir siyasi hedefe kilitlenmiş durumda. Evet de verebilirsiniz, referandumda hayır da. Ahlaken bu oyuna girmeyi reddederek boykot da edebilirsiniz. Ama ruhsal dengemizin daha fazla bozulmaması için şunu akılda tutmakta fayda var:

        Bu işin 12 Eylül’le yakından veya uzaktan herhangi bir ilgisi yok. Keşke olsaydı. Keşke Başbakan ağlamak için sarf ettiği enerjiyi 12 Eylül faillerinin yargılanması için gereken üç-beş yasal düzenlemeyi hazırlamak için kullansaydı. “Cumartesi Anneleri ne iş yapar anlamadım” dedikten sadece bir gün sonra 12 Eylül’de idam edilenlerin annelerinden bahsetmedeki samimiYYetsizliğine aldırmazdım o zaman. HSYK’nın yapısını değiştirme hırsıyla girişilen bu duygusal hezeyanı da umursamazdım. İçim daha az bulanırdı.

        Dediğim gibi sevgili kardeşim, bir milletin ayarı ancak bu kadar bozulabilir. Dediğim gibi, derin bir bıkkınlık içindeyim.

        Diğer Yazılar