Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Paşabahçe Devlet Hastanesi’nin işçisi Türkan Albayrak, her yıl işçilere imzalatılan ve bütün haklarından vazgeçtiklerini taahhüt eden sözleşmeyi imzalamayı reddedip diğer işçilerle direnişe geçti. Olanlar da ondan sonra oldu. Önce arkadaşları yalnız bıraktı, sonra hastane yönetimi baskıyı artırdı. Nihayet sendika, polis ve belediye karşısına dikildi. Çadırı yıkıldı, bir şişe suyu bile yere döküldü... O tek başına ama gerçekte tüm işçiler adına mücadele ediyor.

        "BU kamerayı yeni taktılar."

        "Nasıl yani?" "Öyle işte. Çadır kurulunca hastane yönetimi de izleme tesisatı kurdu. Ağaçları da hususi budadılar. Gelen gideni iyi görmek için." "Hoppala!?"

        "İşte öyle. Buraya gelen işçi, doktor, hemşire filan olursa çağırıyor başhekim. 'Fazla sık görüyorum seni çadırın önünde' diye başlıyor konuşmaya." "Sonuç?"

        "Valla sonuç şöyle: İnsanlar kameraların görmediği yerden selam veriyorlar. Etrafından dolaşıyorlar misal. Bildiğin komedi yani."

        SPORTMENCE BİR KARŞILAŞMA

        Paşabahçe Devlet Hastanesi'nin önündeki, gözetleme kamerasıyla 24 saat izlenen minnacık çadırın etrafındaki hikâye hiç de komediye benzemiyor. 32 gündür işe alınmak için tek başına direnen Türkan Albayrak'ın başına gelenler daha ziyade "Lanet olsun" diye diye izleyip sonu "İyi bitsin" diye beklediğimiz filmler gibi... Ringde iki taraf var. Mavi köşede hastane yönetimi, Beykoz Belediyesi, ek olarak Türkiye Cumhuriyeti Polis Teşkilatı, bu da yetmediği için Türk-İş yönetimi var. Kırmızı köşede, üzerindeki "İşimi geri istiyorum" gömleğinden başka bir de piknik tüpündeki demliği olan 46 yaşındaki temizlik işçisi Türkan Hanım. Oldukça sportmence bir karşılaşma ha, ne dersiniz?

        'SANA SU BİLE YOK!'

        "Sabah beşte gelip, polis, zabıta el ele verip saldırmalarına, tek çadırımı elimden almalarına, destek verenleri döve döve gözaltına almalarına, pankartları hırsla yırtmalarına... Ne bileyim, bunlara canım sıkılmıyor da... Bir şişe suyum vardı onu bile yere döktüler. 'Sana su bile yok' diyorlar yani. Ha bir de kolonya vardı. Ona da saldırdılar. Ne diyeyim ben şimdi!"

        Türkan Hanım, taşeron firmanın her yıl dolmadan önce işçilere imzalatılan ve bütün haklarından vazgeçtiklerini söyleyen sözleşmeyi imzalamayı reddedip de işsiz kalana kadar ayda sadece 585 TL alıyordu. Pardon! Bir de 26 günlük otobüs bileti parası. Yanlış olmasın: Gidiş-dönüş. Toplam sosyal hakkı buydu zaten. Derken aynı durumda olan 96 kişilik temizlik ekibinin canına tak etti, "Sözleşme imzalamıyoruz arkadaş!" dediler. 5 yıldır dört kere taşeron firma değişmişti ve artık işçiler her seferinde haklarının sıfırlanmasına kafa tutmaya karar vermişlerdi. Üstelik son taşeronun adı oldukça enteresan: Piramit! Velhasıl işçilerde Piramit'in paryaları olmaktansa sendikalı olmaya karar verdiler. Tabii ki eğlenceler başladı.

        Hastane bastırıyor, normal. Ama Türk-İş'e bağlı Sağlık İş Şube yönetimi de "İmzalayın sözleşmeleri" demez mi! Hastane yönetimi işi gücü bırakıp haftada 3-4 kere temizlikçilerle toplantı yapıyor. Doktor, hemşire, herkes bunlarla dalga geçiyor artık: "Yine mi toplantıya?

        A ha ha..." Fakat toplantılar hiç de gülünç değil: "Ya işsizlik ya paryalık!"

        Nihayet sendika yalnız bırakıp yönetim de baskıyı devam ettirince (baskılar arasında "sendikalı kadınlar fuhuş yapıyor" gibi hırtlıklar da var elbette. Tabii, her zamanki gibi!) işçiler sözleşmeleri açlık korkusuyla imzalamaya başlıyor. Geri kalıyor imzalamayan 10 kişi. Yönetim derhal adam adama hücuma geçiyor. Birine iş güvencesi, ötekine bilmem ne şefliği derken ortada kim kalıyor? "Arkadaşlar biz bu işe beraber başlamadık mı?" diye soran Türkan Hanım ve çadırı. "Bana 'bölücü, terörist' demeye başladı arkadaşlar. Şimdi bana en büyük düşman onlar. Halbuki bilmiyorlar, bu çadır buradan kalktığı gün o şeflik de gidecek, iş güvencesi de."

        5 METRELİK UZUN MESAFE

        Diğer işçilerin tavrı ne?

        "Üstlerinde forma olduğunda yanaşmıyorlar ama formayı çıkarınca çay içmeye geliyorlar. Ama tabii herkes işten atılacağız diye uzaktan geçiyor. Çoğu uzaktan selam veriyor."

        Türkan Hanım'ın çadırı, hastane kafeteryasının karşısında. Çadırla kafeteryadaki kalabalık arasında görünmeyen bir elektrikli çit var gibi, kimse yaklaşmıyor. Dudaklarını sarkıtıp, gözlerini belertip bakıyorlar. Aradan biri çıkıp Türkan Hanım'a "Kolay gelsin" demeye geldiğinde ya da "Allah yardımcın olsun", diğerleri ona bakıyor. Mermilerden onları koruyan bir siperden çıkıp öteki cepheye doğru, keskin nişancılar arasından yürüyen insanlarınkine benzeyen bir tedirginlikleri var. Kafeteryada oturanlar, hemşireler, işçiler ve başhekim yardımcıları... Hepsi, beş adımlık o "upuzun" mesafeyi yürüyüp çadıra giderlerse her an vurulabilirlermiş gibi bakıyorlar. Çadır tarafına geçenler çünkü, hayatta da öteki tarafa geçiyor. "Başhekim yardımcıları yeni" diyor Türkan Hanım. "Eskiden işçilerin geldiği bu kafeteryaya gelmezlerdi. Ama şimdi öğle tatilinde kafeteryaya inen işçiler benimle konuşmasın diye buraya oturup kontrol ediyorlar."

        Türkan Hanım insanın ödünü koparır!

        Hastanenin yanındaki inşaatta, herkesin ölümcül olduğu konusunda mutabık kaldığı sıcakta ameleler çalışıyor. Durup bir sigara yakıp ara sıra Türkan Hanım'a bakıyorlar. Türkan Hanım'ın çadırı niyeyse herkesin yüzünde bomboş bir bakış yaratıyor. Şüpheli, sessiz bir bekleyiş. Herkes hikâyenin sonunu bekler gibi, sonunun değişmesi için hiçbir şey yapmadan. Tıpkı sendika için beraber yola çıktığı arkadaşları gibi:

        "Enteresan oluyor tabii. Önce korkuyorlar gelmeye çadıra. Sonra içlerinden biri gelince diğerleri de geliyor. Hepsi onaylıyorlar ama destek veren yok."

        Diyorum ki, "Siz bu sendikalı olmak isteyen arkadaşlarla TEKEL işçilerinin direnişi zamanı konuşmuyor muydunuz?" "Tabii, hem de nasıl heyecanla" diyor Türkan Hanım, "Ama işte sıra kendilerine gelince..."

        "Bir-iki doktorla hastalar vefalı çıktı" diyor Türkan Hanım, "Hastalar toplanıp başhekime gitmişler. Fakat dinlemiyor. Yani zaten ben dava açmışım, nasılsa işe döneceğim. Niye bunlar çekiliyor?"

        Niye çekiliyor bunlar? Zabıta niye sabaha karşı bir kadının üzerine çullanıyor? Valilik, kaymakamlık niye alarma geçiyor?

        Çünkü Türkan Hanım müthiş korkunç birisi. Ben gördüm, ödüm koptu! Yirmi " yıldan fazladır açlık sınırının altında paraya çalışan, iki çocuklu, temizlik işleri yapan, bir demlikten başka bir şeyi olmayan, 32 gündür bir çadırda yaşayan orta yaşlı bir kadın kimi korkutmaz! Üzerinde "İşimi istiyorum" yazan gömlek giymiş, kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış ve karar vermiş bir kadın... Zalimleri başka zalimler değil, ah'ını geri almaya yemin etmiş mazlumlar korkutur. İnanmıyorsanız gidip Paşabahçe Devlet Hastanesi'nin bahçesindeki küçük çadırın içine bakın. Dikkat! Kamera var!

        Diğer Yazılar