Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Testeresiz cinayetler

        Cinayet, evimin 50 metre ilerisinde işlendi. Menderes döneminin meşhur gazetecisi, 76 yaşındaki Burhan Tetikliğ, eskiden genelevde çalışan, 61 yaşındaki sevgilisi Neşide Dırmıkçı'yı öldürdü. Burhan Bey, Perşembe Pazarı'ndan aldığı bir elektrikli testere ile Neşide Hanım'ı parçalara ayırdı. Parçaları, peyderpey çöp poşetlerine doldurup, benim de her gün önünden geçtiğim çöp konteynerine atmaya başladı. Fakat hava sıcaktı ve parçaların tamamı ortadan kalkama-dan koku yayılmaya başladı. Komşular polise haber verip de eve girildiğinde... Eski gazeteci, Taksim'de sakin sakin yürürken yakalandı. 10 yıllık sevgilisinden geri kalan parçalardan nasıl kurtulmayı planladığını anlattı polise. Görenler cinayet zanlısının sükûnetine bir anlam verememişti...

        YAKALANAN FAİLİN SÜKÛNETİ

        İnsan, bir gerçekliğin içindeyken olup bitenler dışarıdan göründüğü gibi inanılmaz görünmez gözüne. Her adımda normalleştirir fail yaptıklarını. Bir kere bir kadını öldürdükten sonra, evet, olabilecek en mantıklı şey, herhalde yani, onu parçalara bölüp ortadan kaldırmaktır. Herhalde bu durumda en mantıklısı da bir elektrikli testere almaktır. Bu durumda fazla oyalanmadan "çöpten" kurtulmak da gerekecektir. Fail yakalandığında bile aynı gerçekliğin içindedir. Vaveyla kopartacak bir durum yoktur; tamamlayamadığın planını anlatmaktan başka çare kalmamıştır. Ve biz, hepimiz böyle yaparız Cihangir'de...

        BOHEM MERAKLILARI

        Cihangir... 90'ların ortasına kadar bambaşka bir yerdi burası. Travestiler-le aynı kuaföre gidip acayip eğlenceli hadiseler yaşardınız. Onlarla aynı bakkaldan alışveriş etmek istemeyenlerin kazandığı bir muharebe başladı sonra. Sopalarla kovdular insanları Cihangir'den. Derken bütün dünyada böyle mahallelerin başına gelen şey oldu: Öncü bohemlerin başlattığı sessiz değişim dergilerde, gazetelerde "Cihangir Cumhuriyeti" haberleriyle bohem olanların değil, bohemlere meraklısı olanların mahallesi haline geldi. Şimdi Cihangir iğneden ipliğe çok pahalı bir yer. Kahvelerinde delice bir kitap ya da film projesi konuşulduğuna az rastlanır. Artık çok satan kitapların ve yüksek gişeli filmlerin sözleşmeleri yapılıyor masalarında o kahvelerin. Ama mahallenin alt metni bambaşka...

        YETİŞKİN OLMAMA MUHİTİ

        Hepimiz orada tuhaf bir hayat yaşıyoruz. Sanki biraz gerçek olmayan bir hayat. Memleketin geri kalanının gerçekliğini çok izleyen ama o gerçekliğe bulaşmayan bir azınlık olarak, buradan başka nerede yaşanacağını bilmeden... "Duruyoruz". Esas itibarıyla duruyoruz yani. Kahvelerde duruyoruz ekseriyetle. Hep aynı şeyleri konuşuyoruz. Yüzlerimizde genellikle tatsız bir ifade. Başka insanların, bizimle yaşıt yetişkinlerin bildiği birçok şeyi bilmiyoruz mesela. Erken ödeme opsiyonlu ev kredisini, en iyi anaokul-larını, aile yemeklerini, komşuya yemek verip tabağı geri alırken dolu olduğunu görmeyi ve daha bir sürü yetişkin meselesini bilmiyoruz. Çünkü biz, bana sorarsanız böyle bu, yetişkin olmaktan kaçmak için buraya gelmişiz. Bir çocuğunuz olmadığı sürece siz birinin çocuğusunuzdur. Ama Cihangir'de biz sanki kimsenin çocuğu gibi de değiliz, ailemizden uzaktayız hepimiz. Mahalleden kendimize aile fertleri seçiyoruz bir bakıma. Ablalar, ağabeyler, belki bazen anneler ve babalar. Hayatımızla ilgili ciddi ve gerçek bir planımız yok gibi. En azından başkalarınınkine benzemiyor planlarımız.

        BİZ BİRAZ BURHAN BEY'İZ

        Genellikle yine bir kahvede buluşmayı planlıyoruz birileriyle. Kahvaltılarını bile evlerinde etmeyen insanlarız biz. Ne tuhaf. Kahvaltımızı bile Cihangir Mahallesi ile birlikte yapıyoruz. Ve yıllar geçiyor. Hakikaten yıllar böyle geçiyor. Durarak. Zaman öyle akıyor Akyol Caddesi'nden, Boğaz'ın sularına karışıyor mazimiz, biz bakıyoruz seyrine. Sanki ölüm yokmuş gibi. Sanki ömür tükenmeyecekmiş gibi. Biz sanki gençken kurduğumuz o hayat içinde giderek biraz tuhaf, biraz iğreti durmuyormuşuz gibi yapıyoruz. Çok ihtiyarlamasına rağmen küçük kız gibi konuşmaya çalışan kadınlara mı benziyoruz? Göbeği çıkmasına rağmen hâlâ filintaymış gibi flört eden adamlara mı dönüştük? Bunu sormuyoruz. Soruyorsak da çok sessizce. Sonra sabah oluyor, yine bir kahvede buluşuyoruz kahvaltıda, tıpkı bize benzediği için kendimizi normal zannetmemize yarayan insanlarla.

        Biz Cihangir'de tıpkı bir cinayet işler gibiyiz. Biri durdurup bizi, "yakalayıp" sorsa "Ne yapıyorsun hayatınla?" diye biz de belki... Kim bilir belki biz de Burhan Bey gibiyiz... Bir kere başlayınca gerisi... Ne bileyim? Geliyor işte.

        Bi' el atın gazeteci arkadaşlar!

        Paşabahçe Devlet Hastanesi yönetimi, Valilik, Kaymakamlık, Beykoz Belediyesi ve Türk-İş'e karşı tek başına direnen Türkan Hanım'la ilgili iyi bir haber var. Çadırı ve bütün özel eşyaları zabıta tarafından yapılan saldırıyla elinden alınan, bir şişe suyu bile yere dökülen Türkan Hanım'ın çarşamba günü misafirleri varmış. Zabıta, yazıdan hemen sonra, hem de kendi arabasıyla gelip bütün eşyasını iade etmiş. Türkan Hanım telefonda gülüyordu:

        "Su getirmemişler fakat!"

        Çarşamba günü bu köşede yayınlanan yazıdan sonra baktım, NTV ve Fox TV haber yaptı Türkan Hanım'ı. Üstelik önceki gün Cumhuriyet'in birinci sayfasındaydı. Evet gazeteci arkadaşlar, biraz da gerçek işler yapalım ha, ne dersiniz? El atalım bakalım, insanların hayatını "gerçekten" değiştirelim. Türkan Hanım hâlâ direniş çadırında. Bugün 35. gün. TEKEL'de, TMK mağduru çocuklar olayında yaptık. Haydi bir kez daha!

        Nazlıcan'ın 'feryadı'

        Bakan Bülent Arınç, Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay'ın feryadına işaret etti. Halbuki yapabileceği bir şey var. Milli Eğitim Bakanı arkadaşını, Nazlıcan'ın "feryadını" duymaya çağırabilir. Her çarşamba hapisteki babası Tuncay Özkan'ı görmeye gittiği için Avusturya Lisesi'nden ayrılmak zorunda bırakılan Nazlıcan feryat etmiyor ama ben onun adına ediyorum: "Çocukları da cezalandırmayın."

        Diğer Yazılar