İnsanoğlunun kalenderliği
Patron, Ahmet'i çağırdı. Ahmet, özel bir tiyatroda işçi. "İki kalas bir heves"in emekçisi. Renkli-avantür kol emekçisi. Delinin biri bir gece kederle ve neşeyle bir hayal kuruyor, hayalin gölgesi önce kâğıda, nihayet "gerçek" olmak üzere Ahmet'in eline düşüyordu. Hayaller bahsinde âdet olduğu üzere, günün birinde tiyatroda paralar suyunu çekti. Tiyatronun kurucusu, onunla birlikte diğer hayal işçilerini yanına çağırdı ve kendi açısından son derece makul ve insanca olan şu açıklamayı yaptı:
"Arkadaşlar, maaşlarınızı ödeyemiyoruz. Yani eğer bir iş bulan olursa gitmekte serbesttir."
İşveren tarafından bakınca oldukça iyi niyetli ve hatta belki iyi kalpli bir açıklama sayılabilir. Ama sen onu bir de Ahmet'e sor. Ahmet'e başka iş var, yok değil. Ama işte mesele o değil. Ahmet'in içinden geçen şu:
"Arkadaş, her şey para mı? Biz bu işe birlikte girmedik mi?"
Ahmet diyor ki içinden:
"Biz insandan sayılmayacak mıyız? 'Haydi arkadaşlar, el atın bu işi toparlayalım' deseler biz buna eyvallah diyecek adam değil miyiz? Ayıptır."
İŞÇİ, HAYALİN PARÇASIDIR
İş, asla sadece iş değildir. İş, hiçbir zaman sadece para kazanılan yer değildir. En niteliksiz sayılan işçiler için bile böyledir bu. Gazeteciliğe ilk başladığımda çok dikkatimi çekmişti: Belki başkalarına söylemezler ama kendilerine yakın hissettiklerine, şoförler bile "Gazeteciyiz" derler. Çünkü, haklı olarak, gazetenin çıkışına katkıda bulunan insanlar olarak kendilerini gazeteyle tarif ederler. Tıpkı Ahmet'in kendini bir hayalin parçası olarak tarif etmesi gibi.
Üreten, ürettiği şeye ne kadar yabancılaşırsa yabancılaşsın, üretilen son hizmet ya da mal onun bulunduğu üretim noktasından ne kadar uzak olursa olsun o hizmet ya da mal ile, o üretim durumu ile tarif eder insan kendini. Ve bu hiç de berbat bir şey değildir. Bilir misiniz ki her inşaat işçisi, müteahhit yüzlerini bilmese, sadece birkaç günlüğüne çalışmış olsa bile "Bu binayı biz yaptık" der.
Kaldırım döşeyen kısa süreli belediye işçileri, eşleri ve çocuklarıyla o kaldırımın üstünden geçerken "eserinden" söz eder. Sadece ekmek almaya yetecek bir maaş alan matbaacılar, bastıkları gazetelerin manşetlerini savunur. İnanamazsınız, bahçıvanlar başkalarının bahçelerine diktikleri çiçekler için endişelenir ve çocuk bakıcıları baktıkları çocuklar büyüyüp diploma aldığında ağlarlar. Böyledir bu, herkes bu dünyada bir payı olduğunu hissetmek ister.
İnsan, siz onun yaptığı işi ne kadar sıradan sansanız da biricik olduğunu bilmek ister. Bu yüzdendir, paraları ödenmeyen gazeteciler gazetelerini terk etmezler. Patron maaşı ödemiyor diye insanlar işi bırakmadıklarında sanmayın ki başka iş aramamak için yaparlar bunu; başkadır orada mesele. Öyle işte, mesele hiç de para değildir. İş, asla sadece iş değildir.
ADAM SAYILMAMAK İSYANI
Arjantin'de fabrika yönetimini ele geçiren işçilerle konuşmuştum. Berbat koşullarından, ödenmeyen ücretlerinden söz edince artık fabrika müdürü olan direniş liderine ben de sordum:
"Yani bütün bu koşullara isyan edip ele geçirdiniz fabrikayı?"
"Yoo" dedi adam, "Patron hiçbirimize selam vermezdi. Ona kafamız çok bozuldu."
Şaka değildir bu; insan, insan olduğu unutulunca isyan eder. Ahmet gibi küser.
İş ile insan ilişkisinin bu acayip tarafı bir sömürü malzemesi olarak kullanılabileceği gibi aynı zamanda bir imkândır. İnsanın, insan olarak kalmada direnmesiyle ilgili bir imkân. Sermaye-emek çatışmasının arasında sıkışıp kalmış insanın kalender yanıdır. Bakmayın siz, insan yine de kalender şeydir.
BİRİCİKLİK
Yeni tuttuğum evde bütün işleri olağandışı bir sahiplenme ve tatlılıkla yapan Arif Usta ile neredeyse karşılıklı ağlaşarak ayrılıyoruz. Marx Abi ne der bilmiyorum, ama aramızda paradan başka bir şeyler var. Arif Usta ne zaman boyadığı duvarlara dokunsa, ev benim olsa bile kendi emeğine dokunuyor. İnsan bilimleriyle ilgilenenlerin rakam tablolarına girmeyecek türden bir şey bu. Arif Usta'nın benim evin önünden geçtiği zaman, mesela yaptığı bir şeyin bozulduğunu görse, canının sıkılmasında iyilikle ilgili bir şeyler var...
İnsanın inadına biricik olmasıyla ilgili bir güzellik...