Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN’ın başlattığı “Roman Açılımı” toplantısında bir pankart açtılar. Berna Yılmaz ve

        Ferhat Tüzer... Pankart şöyle diyordu:

        “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız!”

        Gözaltına alındılar. Hiç gözaltına alındınız mı bilmiyorum ama böyle durumlarda sonrası çorap söküğü gibi gelir. Politik bir insansanız, diyelim ki hasbelkader iki-üç yasal gösteride polis kamerası yüzünüzü çekmişse paldır küldür bir suçlama düşürülür kucağınıza:

        Örgüt üyeliği!

        Bazen örgüt adının son derece yaratıcı bir biçimde uydurulduğu bile olur. Şimdi yıllarca hapisle yargılanıyor Berna ve Ferhat. İkisi de üniversite öğrencisi.

        KURŞUN GİBİ...

        Odamda iki genç kız. Bıçaklarının iki yanı da keskin, öyle efeler. Ellerinde fotokopiyle dağıtılan bir dergi, içinde Berna ve Ferhat’ı anlatan yazılar. İki arkadaşları için Bakırköy Hapishanesi önünde açlık grevi başlatacaklarını anlatıyorlar. Tavırlar sade, hareketler net! Kurşun gibi sekiyor sözleri masamın üzerinde:

        “Meclis’te Erdal Eren’in, Deniz Gezmiş’in adları anılırken bizim arkadaşlarımız Mahir Çayan’ın anmasına gittiler diye içeride nasıl tutulabilir? 12 Eylül’ü yargılamaktan bahsedenler...”

        Söz geliyor gidiyor ve nihayet yine bağlanıyor açlık grevine.

        “Bu hayat” diyorum, “Bütün hayat zaten size karşı örgütlenmiş. Niye onlara yardım ediyorsunuz? Sizin en önemli işiniz, güçlü olmak ve hayatta kalmak değil mi?”

        ÖLEREK ÖĞRETMEK

        On beş yıldır, onların ağabeylerinden ve ablalarından dinlediğim gerekçeleri bir kez daha dinliyorum. Mesele, her zamanki gibi, o ahlaki sorunda gelip kilitleniyor:

        Sizin acınız kimsenin umurunda değilken o vicdansızlığı aç kalarak, ölerek dize getirmek mümkün müdür? Burada durup mücadele etmeye devam etmek mi gerek yoksa tavır olarak bırakıp gitmek mi? Senin zaten var olmanı istemeyenler karşısında kendini feda etmek doğru tavır mıdır?

        Yoksul mahallelerde, politik ailelerde, toplumun o hiç görmek istemediği, görmemek için elinden geleni yaptığı “ötekilerin”, geceleri, yüzlerce bardak çay eşliğinde çözmeye çalıştıkları, cevabı çoğu kez öldürerek değil ölerek vermeyi yeğlediği bu soru belki de yakında hiç tahmin etmediğimiz kadar yakınımızda olacak... Belki bir gün bizim bıçağımızın da iki tarafı kesecek. Bakmışız başka çaremiz yok. Bir gün bir bakmışız, kurban oldukları için öfkelendiğimiz (Ama o da öyle yapmasaydı! Öyle demeseydi! Öyle düşünmeseydi!) o insanların yerindeyiz. Çünkü sap dönecek, keser dönecek, devran dönecek, döne döne bu zamanın bıçağı bizi de kesecek, keskinleştirecek...

        Sivil itaatsizlik Kürtler ve ‘yaşlılar’

        SAĞ OLSUNLAR, bazı gazetelerde beni de “Barış İçin Yaşlılar Heyeti”nde saymışlar. Kendimi bu ülke yüzünden bazen olduğumdan daha ihtiyar hissetsem de heyette ben yokum. Elbette destek verenler arasındayım. Heyet, hakikaten yaş almış gençlerden(!) oluşuyor. Gençay Gürsoy, Tarık Ziya Ekinci, Altan Öymen, Yüksel Selek ve daha niceleri. Söyledikleri şu:

        “Şu ahir ömrümüzde biz de bir barış görelim!” Ezcümle, tarafların görüşmesini talep ediyorlar.

        Bir yandan da Güneydoğu’da sivil itaatsizlik eylemi kitlesel bir biçimde başladı. Çocuklar okula gönderilmiyor bir hafta, Türkçe vaaz verilen camiler ve askerlik görevi boykot ediliyor. “Keşke başından beri...” diyeceğim de vakti değil. Silahlar sussun da... Kan akmasın da... Terörü sona erdirmek için yapılacak görüşmeler ironik bir biçimde terör gerekçe gösterilerek berhava olmasın da...

        Diğer Yazılar