Çocukların yakasını bırakın!
Politika çok "yukarılarda" bir yerlerde yapılıyor şimdi; kavga, "tepede". İktidar, büyük bir kadırganın çatırdayarak manevra yapması gibi el değiştiriyor Türkiye'de. Kavganın ekranında kâh başörtüsü meselesini görüyoruz, kâh Hanefi Avcı serüvenini. Türkiye, büyük bir organizma, nasıl biçim değiştirirse öyle, ağrıyla, sızıyla değişiyor. Bir ergenin eklemlerinde hissettiği büyüme sızısı mı bu? Eğer bütün siyasetler aynı yaşama hakkına sahip olursa, belki. Yoksa iktidar koltuğundakilerin Amok koşucusu coşkusuna kapılmasının izleyenlerde yarattığı dehşet ağrısı mı? Çok mümkün.
Şu anda Türkiye'de ne olmakta olduğunu kimse teşhis edemiyor. Tarihi Muhammed Ali-Joe Frazier karşılaşması kadar çok yumruk savruluyor siyaset sahnesinde. Ama başı arş-ı âlâya değen yüksek siyasetin ötesinde başka şeyler oluyor. Gerçek insanlarla ilgili gerçek şeyler. Yoksullarla, öğrencilerle, işçilerle ilgili şeyler... Teşhisi koyabilmek için, teşhis telaşına kapılmadan bu gerçeklikleri tespit etmek gerekiyor. Tespitleri alt alta dökelim ki bugün, yarın isyan, gelmesi gereken yerden, ezilenden, sömürülenden, hakikaten hakkı yenenden gelsin. Umudumuz o yönde...
12 Eylül, Meclis kürsüsünde gözyaşları içinde yâd edilirken bu gerçek şeylerden biri oluyordu Türkiye'de. Adana'da 3 kişi, 10 ay hapis cezası alıyor ve hükme suç olarak şu yazılıyordu: "Mahir Çayan'ı anmak!"
10 ay hapis yatacak çocuklardan biri Sıla Alpat. Üniversite öğrencisi. Hüküm referandum sona erdikten, Türkiye 12 Eylül'ün ne fena olduğunu idrak ettikten(!) sonra kesildi. Genç arkadaşımız Sıla, şimdi demokrasi fırtınası esen Türkiye'de hepimiz için hapis cezasına çarptırıldı. Bilmiyorum, yazarların yazıları yüzünden "işten atılmalarının meşru" olduğunu savunanlar, üniversite öğrencisi Sıla'nın hapis yatmasını meşrulaştıracak argümanlara da sahipler mi?
Konya ve Mersin'de de benzer anmalara katılma suçundan(!) öğrenciler örgüt üyeliğiyle yargılanıyorlar. Konya'da ayrıca Ceren Şahin, Başbakan Tayyip Erdoğan aleyhine slogan atma suçundan yıllarca hapis yatacak.
Geçtiğimiz mayıs ayında, Başbakan'ın Meclis kürsüsünden yâd ettiği Deniz Gezmiş'in posterini evlerinde(!) bulundurmak suçundan gözaltına alınıp tutuklanan 7 öğrenci, 4 de Halkevi üyesi var Samsun'da. Bu insanlar, varolmayan "Devrimci Gençlik Orgütü"ne üyelikle suçlandılar ve bugün hapis cezasıyla yargılanıyorlar.
İstanbul Üniversitesi yönetimi, yeni döneme yine öğrencilere bir yıla varan uzaklaştırma cezaları vererek başladı. Gerekçeler? Yine Başbakan'ın sevdiği konular:
"1 Mayıs'a çağrı yapmak, Deniz Gezmiş için slogan atmak, afiş asmak vesaire... "
Avrupa'da, ABD'de ve burada yüzümüze karşı demokrasi üfürenler, özgürlükten sadece kendi konforlarını anlayanlar, bu çocukların hayatlarının karartılması için nasıl bir meşruiyet argümanı hazırlayacaklar acaba? Merakla bekliyoruz!
YÖK YÖK diye diye dilleri damakları kuruyup YÖK'ün yapısı değiştikten sonra kendileri için bütün demokrasi meselesi çözülmüş olanlar, YÖK'ün üniversitelerde sivil polislerin varlığını meşrulaştırma yönetmeliğine ne diyecekler? Hâlâ YÖK'e karşı olduğu için öğrenciler ceza alırken YÖK artık kendilerine ait olduğu için susacaklar mı?
Gerçek hayatta, gerçek insanlar bunları yaşıyor. Ben onlardan bahsetmeye devam edeceğim. Yüksek tartışmalara girmeden... Aşağıdakilerden söz ederek. Hep.
Çimo jû ke berba, çimo bîn nehuno*
"Her ot kendi kökü üzerinde yetişir, her kuş kendi dilinde öter."
Ozan Munzur'un (eğer müstear isim değilse hayli ironik), Munzur'un üzerine yapılan HES'lerle ilgili çektiği küçük ve fakat müthiş belgesel bu sözlerle başlıyor. Sadece Dersimli ihtiyar kadınlar konuşuyor belgeselde. İbadet etmeye gittikleri Hızır'larının evinin baraj suları altında kalmasını anlatıyorlar ve ağlıyorlar. Munzur üzerine yapılan 20 baraj ve HES'in gerçek hikâyesini dinliyorsunuz onlardan. Kadınlardan biri şöyle diyor:
"Allah'tan bile korkmuyorlar. İmanlarını satıp yediler!"
Belgeseli bu linkten izleyebilirsiniz: http://www.dailymotion.com/video/xeg9bn _jiare-ziyaret_shortfilms
Hedefi, bölgedeki manevi ve maddi varlığı yok etmek olduğu apaçık ortada olan projeleri halk istemiyor. Bir tane isteyen adam yok ama bu barajlar zorla buraya yapılıyor! 5 Ekim'de Munzur'un kaynağından başlayan sanatçıların yürüyüşü yarın Tunceli merkezde bitecek. Müzisyen Aylin Aslım, sanatçıların bildirisini okuyacak yarın.
İlla ki baraj yapılacak, illa ki daha çok para kazanalım diye gözünü baraj bürümüş iktidara bir çift lafım var:
Ağaçtan, insandan, yaşlı kadınların gözyaşlarından insafa gelmiyorsanız, başkasının kutsalına el uzatıyor olduğunuzu hatırlayın. Başkasının kutsalı da sizinki kadar kutsaldır. Yoksa "bir mezhep" diye bahsettiğiniz bu insanların kutsalı size vız mı geliyor? Başkalarının kutsalını yıkmak size caiz mi? Sizin paranız onların Hızır'ından daha mı kıymetli?
"Bu kaçıncı yıkım!" diyor kadınlardan biri belgeselde. 12 Eylül'den bahsediyor. Darbeciler gibi darbe vurmak sizin oralarda, yükseklerde hak mı? Onların gözü ağlarken sizin gözünüz güler mi?
* Bir göz ağlarken öbür göz gülmez (Kürtçe).