Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gazeteciliğimin ilk yıllarında, 90'ların başında, DGM'de izlediğim bir duruşmasında, savunmasını yaparken altını hiç çizmeden zarafetle taşıdığı onuruna, yazdıklarının, düşündüklerinin bedelini ödemeye hazır olduğunu dervişçe, sükunlu bir kararlılıkla ifade etmesine hayran olmuştum. İsmail Beşikçi'nin geçtiğimiz günlerde Rizgari'de bir yazısı yayınlandı. Yazıyı Taraf Gazetesi'nde de gördünüz belki. Başlığı "Aydınlar"dı. Beşikçi, Kürt aydınlarının referandum öncesi yaşanan kutuplaşmada birbirlerine verdikleri zararı anlatıyordu yazısında. "Evet" oyu veren aydınların BDP'nin boykot kararına katılmadıkları için aşağılandıklarından, hakarete uğradıklarından, "anayoldan" saptıkları için sapkın muamelesi gördüklerinden söz ediyor, durumu eleştiriyordu. Beşikçi, devletin öldürdüklerinden hesap sorulabildiğini ama artık PKK'nin infazlarının da hesabının sorulması gerektiğini söylüyordu yazısında. Yazının rikkatine haksızlık etmek istemem. Tamamını Taraf Gazetesi'nin arşivine girerek ya da www.zazaki.net'ten okumanızı öneririm.

        REFERANDUM YARALARI PARE PARE

        Referandumda hepimize bir şeyler oldu. Referandum öncesinde yazdığım son yazılardan birinde de söylemiştim; bu ürkütücü kutuplaşma sürecinin siyasi ahlakımızda ve dilimizde bırakacağı hasar kalıcı olacaktır diye. Nitekim oldu, olduğunu göreceğiz daha. O yazılardan birinde yine söz etmiştim, referandum Kürtler ve Kürt meselesinin üzerinde geri dönüşü olmayan bir değişim yaratacak diye. Nitekim onu da gördük. Referandum sürecinde BDP'nin verdiği boykot kararına karşı olduğunu söyleyen kimi Kürt aydınlar, belki de Türkiye yakın tarihinde ilk kez Kürt siyasetinin ana gövdesinde bir çatlağa işaret ettiler. Aslında bu "çatlak" referandum öncesinde açılmaya başlamıştı. Yaklaşık bir yıl önce Diyarbakır'da yapılan bir toplantı sonrası yazmıştım; PKK ve politikaları Kürt aydınlar tarafından ilk kez kamusal alanda, yüksek sesle eleştirilmeye başlanmıştı. Demokratik Toplum Kongresi'nin düzenlediği büyük toplantıda örgüte yakın kesimler ve BDP'li milletvekilleri de vardı. İlk kez onların da bulunduğu bir platformda birkaç Kürt aydın "Sırtımızdan bu şiddet yükünü atmalıyız" dedi. Bu önemli bir değişimdi. Bu sözlerin Diyarbakır'da söyleniyor olması önemliydi. Nitekim referandum süreciyle birlikte ayrım belirginleşti, Ahmet Türk başta olmak üzere BDP içinden gelen önemli isimler "evet" temayüllerini açıkladılar. Gücünü belli oranda yekpare hareket etme yeteneğinden alan Kürt siyaseti böylece, içerideki tartışmaların "yen içinde" kalmayacağını göstermiş oldular. Beşikçi'nin sözünü ettiğim yazısı da bu süreci, sürecin gelenekten gelen hastalıklarını teşhis eden bir yazı.

        HUKUKU İHANET KURAR

        Kan ve silahın olduğu, bedelin hayatla ödendiği geleneklerde ihanet kavramı hukuku kurar. Bu sadece Kürt siyaseti için geçerli değildir, insanlık tarihinin hayat bilgisidir. Sanırım Beşikçi'nin vurgu yaptığı yer de burası. "Demokratik sözcüğünü bol bol kullanan" Kürt siyasetinin ancak ifade özgürlüğüne saygı göstererek demokratik olabileceğini söylüyor.

        ŞİMDİ GELELİM BENİM MESELEME...

        Aydının üçüncü dünya ülkelerinde hele ki silahlı bir isyanın yaşandığı toplumlarda pozisyonu çok dertlidir. Sözünün karşısında ceberut iktidar vardır, öte yanda askeri kültürü benimsemiş gerilla. Bir tarafta ezilmiş halkına karşı duyduğu vicdani borç, öte yanda yüksek entelektüel yaylalar. 3. Dünya ülkelerinde aydının enerjisini entelektüel uğraşılardan ziyade bu cambazlık faaliyeti tüketir. Bir de tabii hep kol kırılır, hep yen içinde kırıklarla dolaşılır.

        İLLİYET RABITASI

        Öte yandan bugün, ana gövdeden ayrıldığını açıkça söyleyen Kürt aydınlarıyla Kürt halkı arasındaki ilişki ne olacak? Beşikçi aydınların örgütlenme zorunluluğu yoktur diyor. Tamamen katılarak sorayım: Ya çocuklar?

        Kürtler bakımından referandum sürecinde kısmen de olsa sınıfsal bir ayrışma da görüldü. Aşağıdakiler, diyelim ki Bağlar Mahallesi'ndeki çocuklar, bugün taş atarak, hapse girerek Kürt meselesinin ana başlıklarından biri olan o çocuklar... Parti ne derse, ne zaman derse orada siyasi görevini gövdesiyle, sesiyle, hayatıyla icra eden yoksul kadınlar, inanmış olanlar, gençler, hiçbir şeysizler... Onlar ne denirse onu yaptılar. Peki, aydınlar İmralı'dan demir aldıklarını açıkça söylemeye başladıklarında o çocuklarla illiyet rabıtalarını nasıl koruyacaklar? Ki bir illiyet rabıtası vardır 3. Dünya ülkelerinde aydınlarla yoksullar arasında. Yok diyorsanız zaten o bambaşka bir mesele.

        KIBLESİ BAŞKA OLANLAR

        Beşikçi, PKK infazlarının hesabı sorulmuyor diyor, haklı.

        Bir yoksul düğününe gittiğinizde Güneydoğu'da, kimi ailelere daha fazla ihtimam gösterildiğini görürsünüz, daha fazla itibar. "Şehidi" olan aileler, rütbe kazanır çünkü toplum içinde. Tıpkı "itirafçının" ailesi, "hainin" ailesi nasıl yok sayılıyor ve aşağılanıyorsa, düğüne bile çağrılmıyorsa... Aydınlar yıllar içinde insan kanıyla yazılmış bu "bedel/ödül" hukukunu nasıl değiştirecek? Ulaşmak istediğin insanların kıblesi seninkiyle aynı değilse onlara nasıl ulaşacaksın? Yani her zamanki gibi aynı soru:

        Ne yapmalı?

        Diğer Yazılar