Otur! Sıfır!
Olmamış. Otur! Sıfır!
Dün öğlen 12.10'dan 12.40'a kadar kendime böyle dedim. Kendi yaptığım programa, "Kıyıdan"a baktım ve böyle dedim:
Otur! Sıfır!
Neden? Çünkü dili çok sertti. Lüzumundan fazla. Lüzumundan fazla sert olan dili ancak ergenler kullanır. Üstelik program boyunca erkeklikten, erkeklerin toplamından nefret ediyormuşum gibi bir görüntü vardı. Oysa erkeklerden nefret ettiğim günler, kadınlardan da nefret ettiğim, dünyadan da nefret ettiğim günlerdir. Ama programa bakınca sanki erkeklerden nefret etmek için ayrı bir mesai yapıyormuşum gibi bir hava var.
Daha önceki programlardaki tatlı ruh halini yakalayamamışız. Tamam, zaten programın ilk cümlesi "Bu hafta canımız sıkkın. Evet öyle!" idi. Ama yine de can sıkıntısını anlatırken can sıkmak zorunda değilsiniz. Can sıkıntısı da sürükleyici bir şey olabilir, nasıl anlattığınıza bağlı. Anlattığım her şey doğru programda, yeterince tatlı anlatamamışım. Oysa ben tatlı tatlı anlatmak peşindeyim.
DİL BOZMAK
Dün Posta Gazetesi'nde Candaş Tolga, yazısında Kıyıdan programının ezber bozduğunu yazıyordu. Sağ olsun. Ezber değil ama dili bozmak istiyorum, doğrudur. "Solcu yazar" dilini, "kadın yazar" dilini, "gazetecilik dilini", "politika dilini", "roman dilini" ve son olarak "ekran dilini". Çünkü bozulması gerekiyor. Çünkü malum ve bariz sebeplerle bozulması gerekiyor. Bir de tabii eğer kahramanca ve tuhaf bir hayat yaşamayacaksak, en azından bunu denemeyeceksek niye yaşıyoruz ki!
Dille oynamak tehlikeli bir şeydir. Bıçak sırtında yürümek tam da budur. Başınıza türlü iş gelir. Benim derdim, yıllardır aynı şeydi dille oynarken:
"Korkunç" meseleleri korkutmadan anlatmak.
Kürt meselesi, politik tutuklular, Ermeni meselesi, açlık grevleri, ölüm oruçları gibi.
HAYATTA İKİ SEÇENEK...
Çünkü hayatta iki seçenek var. Ya bu meseleleri zaten bilen insanlarla, o insanlar arasındaki yerleşik terminolojiyle konuşursunuz ve sadece o insanlarla konuşmaya devam edersiniz ya da ötekilere, asıl bilmesi, duyması gerekenlere seslenirsiniz. O zaman da size başka bir lügat gerekir. Hangi iletişim aracını (yazı, görüntü, ses...) kullanıyorsanız kullanın bu böyledir. Hikâyenizin dinlenmesini istiyorsanız sürükleyici olmanız gerekir. İkincisi insanların dinlediği, gördüğü meseleyle ilgili iletişim kurabilmesi için insanlığın ortak nirengi noktalarından değdirmelisiniz dilinizi. Acı, sevinç, vicdan, adalet, sevgi gibi. Eğer bunlara değebiliyorsa hikâyeniz insanlara da değer. Fakat herkesin duyabileceği bir dil için yola çıktığınızda anlatacağınız şeyin eksilmesi gibi bir tehlike de vardır. Bazen yumuşatırken meselenin kıvamını bozabilirsiniz. Meselenin ağırlığını üzerinden alırken fazla hafifletebilirsiniz. Yani türlü ince ayar sorunu vardır yeni dil meselesinde. Bazen de bu yüzden elinizin ayarı kaçar, tutturamazsınız. Ben de dün tutturamamışım. Ne kimseyi incittim, ne meselelerin hakikatine ihanet ettim. Ama beğenmedim. O yüzden kendime sıfır verdim dün. Oturdum!
Cumhuriyet Balosu
HEVES ettim, gittim. Pera Palas'ın yeni halini çok merak ediyordum. Esasen Cumhuriyet Balosu meselesini de merak ettim. Muhabirliğe ilk başladığım yıllarda, 90'ların başında Ankara'da izlemiştim bir Cumhuriyet Balosu. Bu ikincisi. Pera Palas, 10 numara olmuş. Ama balo... Yarım saat kalıp çıktığım için ahkâm kesmem doğru olmaz ama rejimle ilgili gerilimler yaşanırken sanırım gönül rahatlığıyla Cumhuriyet Balosu yapacak pek bir ruh hali yoktu. Genç kadınlardan bazıları da tüllü şapkalar takmışlardı. Sanki çok öncede kalan bir şeyi, bir ruh halini yaşamak için maskeli balo, kostüm partisi gibi bir algılama içindeydiler.
Pera Palas'ta benim favorim pastane bölümüdür. Orası da frambuazlı pasta gibi olmuş, pek sevdim.