Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NADİREN böyle bir şey olması sebebiyle ve olduğu zaman verdiği keyif de eşsiz olduğundan şöyle tatlı tatlı yazayım diyorum: Nasıl kazandık ama!

        Bazı yazılar daha yazmadan keyiflendirir insanı. Bu da öyle. Açtım müziği, koydum kahvemi. Tadını çıkaracağım, siz de çıkarın. Türkan Albayrak'ın direnişinin 118. gününde nasıl işine geri döndüğünü anlatacağım. Nasıl kazandığımızı...

        HER ŞEY NASIL BAŞLADI

        İlk önce Nuray Mert telefon etti: "Ececiğim bunla ilgilenelim derim. Önemli. Yani yazıp duruyoruz bari bir kez de böyle bir işe yarayalım."

        Her şey böyle başladı ve kalktım gittim Türkan Albayrak'ın Paşabahçe Devlet Hastanesi'ndeki direniş çadırına. Ben gittiğimde çoktan zabıtalar basmıştı çadırı. Polisler, sivili resmisi, olayın üzerindeydi. Başhekim, Türkan Hanım'ın çadırına karşı bir izleme kamerası taktırmıştı. Hastanede pozisyonlar alınmış, bazı hekimler Türkan Hanım'ı ve onu destekleyenleri "rapor etmek" için görevlendirilmişti.

        Başka hekimler Türkan Albayrak için bir şeyler yapmaya çalışıyor, yoksul hastabakıcılar, temizlik işçileri korkarak Türkan Hanım'ın çayını içmeye geliyordu. Türkan Hanım için oturma eylemine katılanlar bir tarafta oturuyor, diğer tarafta kafeteryadakiler bunun seyrine bakıyordu.

        Paşabahçe semtinin yoksulları tek tük merak etmeye başlamıştı tek başına çadırda yatan bu kadını. Zabıtaların gelip bir şişe suyunu bile yere döküşünün hikâyesini duyuyorlardı. Karşıdaki inşaatta sigortasız çalışan ameleler, sigaralarını derin derin çekip bu kadının başına ne geleceğini merak ediyordu. Tıpkı Nuray'ın bana söylediği gibi ben de başka "ünlü" arkadaşlarıma söyledim. Hepsi en az bir kere gittiler.

        AÇLIK GREVİ Mİ?

        Sonra Nuray'la beraber her çarşamba yapılan oturma eylemlerinden birine katıldık. Yağmur altında hep beraber oturduk. Sonra ben Kıyıdan programı için gittim Türkan Albayrak'a. Bütün bu süre boyunca Türkan Hanım bana gün aşırı telefon etti. Durum raporları verdi. Ziyaretçileri giderek çoğalıyordu. Onu yalnız bırakan sendikadan gelenler de olmuştu bu arada, CHP'den de, Tabip Odası'ndan da. Tam işler iyiye gidiyor derken Türkan Hanım bahsi yükseltti ve açlık grevine başladı. Bu açlık grevi işine benim ezelden beri canım sıkılır. 19 yaşımdan beri ölüm oruçlarında ölen insanları gördüm. Kimsenin umurunda olmamasını...

        Sıra açlık grevine gelince benim içim sıkışır. Derhal birilerinin öleceğini düşünürüm. Birkaç gün önce konuştuğumuzda da Türkan Hanım'a bunu söyledim. "Başka çare kalmadı" dedi. Doğruydu. Zaten başka çaresi olan kimse açlık grevi yapmaz. Bunu zaman içinde öğreniyor insan. Yine de içim ezildi işte, çünkü Türkan Hanım ayda 587 lira kazandığı bir işten atıldığı için yapıyordu bunu. Bütün emeklerinin her yıl yeni bir taşeron sözleşmesiyle sıfırlanmasına ve bu düzenin böyle sürüp gitmesine karşı. Ama sonunda yine de 587 lira kazanmak için. Düşünsenize!

        HEP BİRLİKTE

        Nihayet Türkan Hanım'ın cep telefonunu görünce telefonumda bir kez daha canım sıkılmıştı ki...

        "Kazandık Ece Hanım!"

        "Nasıl yani?"

        "Sağlık Bakanlığı evime yakın yerde, Sarıyer'de bana bir iş verdi."

        "Oh be!"

        "Teşekkür etmek istedim."

        "Biz teşekkür ederiz. Ne demek? Ne yaptık ki!" "Öyle demeyin. Hep birlikte... "

        MUKTEDİRİN DİLİNİ SÜRÇTÜRMEK

        Evet, hep birlikte... Hiç değilse bir kere. Hiç değilse bu kez...

        Bir süredir, yani yüksek(!) siyasetin tadı hepten kaçtığından beri aynı şeyi söylüyorum ve yeniden söyleyeceğim:

        Siyaset artık sokaktan değişecek. TEKEL işçilerinin direnişiyle gördük bunu, Türkan Albayrak ile ilk kez gemiyi limana ulaştırdık.

        Bugün yine ekranlarda CHP içi krizleri, yine Başkan'ı izleyeceksiniz. Ama artık hayat orada değil. Hiçbir zaman değildi ya artık hiç değil. Siyaseti yoksullar değiştirecek. Bir kere oldu. Bir daha olacak. Göreceksiniz. Muktedirin dilini onlar sürçtürecek...

        Diğer Yazılar