Çocuk varsa klas yok!
Ara sıra dergilerde ünlü güzel annelerin ünlü güzel çocuklarıyla çektirdiği fotoğraflar çıkar. Pürüzsüz, cilalı ortamlarda, bir o kadar pürüzsüz, cilalı gülümsemeler, şık kıyafetler vesaire vesaire... Böyle bir şey gerçek olamaz arkadaş! Bunu dün şahsen tecrübe ettim: Çocuk varsa havalı olmak yok. Çocuk varsa karizma, klas bunların hepsine elveda!
İstiklal Caddesi'nde, eteğimin düğmeleri kopmuş, çantanın bir sapı omzumdan aşağıya kaymış, güneş gözlüğü yüzümde çarpılmış, üzerimde onlarca küçük ayak izi, yüzümde Max'in şekerli elinin lekesi, çantanın içinden mısır patlakları dökülüyor ve yeğenim Max kucağımda (Maxim Ali-Annesi Amerikalı!) "Popcorn istiyooom!" diye bağırıyor. Caddenin tam ortasında donduruyorum kendimi. Bu fotoğrafa iyi bakın. Bu, Max ile yalnız geçirdiğimiz ilk günün birinci saatinin sonu. Berbat durumdayım!
ÇOCUKLA İLETİŞİM ENFLASYONU
Her şey bir gece öncesinden başladı. Üç kere uyandım. Ya Max aniden elimden kurtulup kendini yola atarsa! Hop! Yataktan kalkıyorum. İki saat sonra bir daha: Ya düşerse! Hop! Bir daha kalk! Ya birden durdurulamaz bir şekilde ağlamaya başlarsa! Hop! Ayağa! Böyle böyle sabahı ettik ve son derece disiplinli bir şekilde sabahın köründe kardeşimin evinin kapısında bittim. Gitmeden on kere telefon ettim tabii. Şu filme mi götürsem, bu filme mi? Ne yemesi gerekiyor? Kaçta öğlen uykusu uyuyacak? Süper senkronize halledeceğim günü yani, plan bu. Yeğenimle havalı bir şekilde çocuk filmine gideceğiz, sonra yemek ve temiz bir paket halinde eve teslim edeceğim. Ha ha ha! Öyle olmadı tabii. Allahın belası "Sammy'nin Maceraları"nın üç boyutlu olduğunu ben nereden bileyim arkadaş! Gittik sinemaya. Çocuğu kendime uydurduğum için yarım saat önce sinema kapısında bittik. Sinemacılar bize bakıyor, biz sinemacılara. Çocukla birlikte olunca insan abuk sabuk bir iletişim enflasyonu yaşıyor:
"Amcaya merhaba de Max!"
Max niye durup dururken amcaya merhaba desin ki! Demiyor tabii. Öyle
manasız bir boşluk olunca ben derhal paniğe kapılıyorum ve popcorn alıyorum. Yanlış hareket!
POPCORN AMCA
İkinci yanlışı da "popcorn amca" yapıp büyük kutu verince... Al bakalım Max'in elinden o koca kutuyu. Mümkün değil. Gözleri yaşarıyor çocuğun ağzına popcorn'ları tıktığı için. Onları yutabilsin diye alınan meyve suyu tabii ki ikimizin de üzerine dökülüyor. Sinemada bir terör topu gibi dönüp duruyoruz. Film başlayacak, gözlükleri veriyorlar. Max tabii ki gözlükleri takmıyor, sonra takıyor. Takınca korkuyor, takmayınca anlamıyor. Filmin her sahnesinde "Kurbağa düştü, kaplumbağa uçtu" bağıra bağıra anons yapıyor sinema salonuna. Film de büyük çocuklar içinmiş. O çocukların rahatsız olup olup bize bakmaları?.. Sanki Wagner operası izliyor alçaklar! Max'in "Balııık!", "Balinaaa!", "Gemiii!" çığlıkları arasında filmin 15. dakikasında dışarıdayız.
TELEFON? ASLA!
Popcorn kutusu hâlâ elinde ve karnı kocaman oldu çocuğun. Annesi Kristen'e telefon ediyorum. En önemli ders: Bir çocuğu dışarı çıkınca annesine telefon etmeyin. Kristen telaşla telefonu açıyor:
"Ne oldu?"
"Max ne kadar popcorn yerse kötü olur?"
Kristen sanırım beni öldürmek istiyor o sırada.
En iyisi gazeteye gitmek! Nasılsa çocuğu olan birileri vardır. Gidiyoruz. Benim oda tam 30 saniye sonra tamamen yerde. Ödüllerim, satranç tahtası, Venedik'ten aldığım tüylü kalem... Bir çocuk bir mekâna girdiği anda sivri, keskin şeyi nasıl anında bulur, anlamadım.
BİR ÇOCUK KAÇ YETİŞKİN EDER?
Bir anda Max ile ilgilenen toplam iki servis elemanı, bir yazı işleri müdürü, bir asistan ve ben dahil toplam beş kişi oluyoruz. Sonunda onu tekerlekli sandalyeye bindirip Fatih Altaylı'nın odasına doğru koridorda hızla sürüyorum. Pazar günü nasılsa, kimse yok. Koridorda manyak gibi koşturup duruyorum. Nihayet "köfte-patates" bulunuyor bir yerden. İnternetten de Elmo (zamanı gelince siz de bilirsiniz) ve "Bi' daha! Bi' daha!" denerek izlenen 15 seans Elmo ile bir porsiyon İnegöl köfteden sonra bertaraf oluyor Max. "Çocuğuma televizyon izletmem" diyen ilkeli anne-babalar ne yapıyor hiç bilmiyorum.
Eve bırakıyorum Max'i, kendim de savaştan çıkmış olarak gazeteye dönüyorum. İki saat bir çocukla geçirince entelektüel olarak ayna gibi oluyorsunuz: Sıfır! Tertemiz! Bu yüzden de bugün böyle bir yazı okuyorsunuz.