Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIYIDAN programının dün yayınlanan bölümünde TAYAD'lı avukat Behiç Aşçı, hapishanelerde ve hapishane dışında muhaliflere yapılan siyasi baskıya dikkat çekip şöyle diyordu:

        "Bu eylül o eylülden daha kötü!"

        Programın devamında darbeye ve darbecilere karşı ilk suç duyurusunu yapan ve 2000 yılında ilk iddianameyi düzenleyen emekli Savcı-Avukat Sacit Kayasu'ya sordum:

        "Bu eylül başka bir eylül olabilir mi?"

        Kayasu, darbeyle ilgili suç duyurusu yapmanın, dava açmanın artık eskisi gibi kahramanlık gerektirmediğini söyledi ve dedi ki:

        "Görevdeki üç generalin görevden uzaklaştırma aldığı bir dönemde artık darbe yapmış generaller yargılanabilir ama savcılar hâlâ havayı kokluyor."

        HAVA DURUMU

        Hava nasıl peki?

        Türkiye'de hava durumu şöyle:

        AKP, kendinden çok daha büyük projenin yürütücülüğünü üstlenmiş durumda. Bu, Türkiye'den çok daha büyük bir bölgeyi ve bizim ömürlerimizden çok daha uzun zamanı kapsayan bir proje. Komplo teorisi değil bu. Her şey ortada zaten, gizli bir şey yok. Uluslararası sermaye, savaşlarla giremediği bir coğrafyaya, o coğrafyanın hassasiyeti olan İslam'ı da temsil eden bir siyasal iktidarla birlikte girmek istiyor. Ehlileştirilmiş, neo-liberal ahlaka eyvallah eden bir siyasal iktidar bu bölgede kendi çapında bir "süper güç" olacak. Bunun olabilmesi için müthiş güçlü bir iktidar, soğuk savaşın yarattığı, ülkenin kültürel ve duygusal kılcal damarlarına kadar inen bütün kalıntıların ortadan kaldırılması gerekiyor.

        MOZAİKLEMEK

        1923'te bambaşka ve büyük oranda kendi içine kapalı bir "proje" olarak kurulan Türkiye projesi için bu son derece derin bir değişim demek. Bu yüzden, dün Radikal Gazetesi'nin manşetindeki araştırmanın da söylediği gibi "evleri bile ayırıyoruz". Nicedir "Türkiye Beyrut olacak" diye yazıyordum, nihayet bir araştırmayla sabitlenmiş. Sözünü ettiğim siyasal değişimin yarattığı ayrımlar, tıpkı Beyrut'taki gibi cemaatlere göre yerleşim alanlarını yaratmış durumda. Geçenlerde de yazdığım üzere Türkiye'de "toplum" kavramının sonuna geliyor olabiliriz. Siyasal cemaatlerin, farklı hayat biçimlerinin kesin ve görünmez çizgilerle birbirinden ayrıldığı bir ülkede yaşayacağız, öyle görünüyor. Kimsenin birbirini boğazlamıyor olması sizi yanıltmasın. Beyrutlaşmak derken zaten biraz bundan bahsediyorum: Ait olmadığı cemaatin mahallesinde öldürüleceğinden korkan insanların ülkesi Lübnan bile hâlâ turistlere "kültürel mozaik" martavalını satıyor. Tıpkı Türkiye gibi!

        BİZİM SOVYETLER YIKILIYOR

        Benim üzerinde durmak istediğim mesele şu: Bu süreçte nerede, nasıl durmalı?

        Üç generalin görevden alınması sözünü ettiğim sürecin sıradan, normal parçalarından biri. Fakat bu sürecin gidişatından, giderek alternatifsizleşen iktidarın fazla güçlenmesinden, Türkiye'deki sosyal adaletsizliğin, her türlü ayrımcılığın derinleşmesinden, yönü Batı'ya dönük bir Türkiye'de "birisiyken" bu yeni Türkiye'de hiç kimse olmaktan, koyulaşan sansürden, iktidarın hissettirdiği "Ya bizi sev ya ülkeyi terk et" tehdidinden, topyekûn mafyalaşan ekonomik ilişkilerden rahatsız olanlar bu sürece değil, sürecin, generallerin görevden uzaklaştırılması gibi son derece normal göstergelerine saldırıyorlar. Sonuç? Savunmak istemeyeceklerini savunur duruma düşüyorlar. Örneğin ordu gibi. Daha da önemlisi şu:

        Bu sürecin tarihselliğini yeterince algılamayanlar siyasal bir duruma duygusal tepkiler veriyorlar. Üzülmek, kahrolmak, sinirlenmek, sinirden deliye dönüp ekranlarda ya da ekranlara bağırmak... Bu durum, muhalif sözün ciddiyetini azalttığı gibi sinirleri de yıpratıyor. Bu dönemin SSCB yıkıldıktan sonra Sovyetleri oluşturan toplumların geçirdiği sosyo-psikolojik sürece benzediğinin, o denli ağır ve öğütücü olduğunun farkına varmak lazım. Öğütülmemek lazım.

        MESAFE AL!

        Bu dönemde, hiç değilse benim yapmak istediğim şey şu:

        Halklarla değil fakat "Türkiye" ile ilgili bütün duygusal bagajlarımdan kurtulup meseleye sanki başka bir ülkenin meselesiymiş gibi bakabilmek. Bu dönemde hem entelektüel ahlakın ve sorumluluğun hem de ruh sağlığının gerektirdiğinin bu olduğunu düşünüyorum. Dışarıdan bakmak! Bize gerekli olan bu. Soğukkanlı, akıllı, dirayetli ve tutarlı bir analiz. Halkların ötesinde "Türkiye" denen, değişmekte olan projenin eski haliyle farkında olmadığımız duygusal bağlarımız var ve bunlar bugünü anlamamızda bize engel oluyor. Bu bağlar, özellikle kimilerinde hiç de kast etmediği ve yanlış yerlere sürükleyen tepkiler oluşmasına neden oluyor.

        CHP'YE GELİNCE...

        CHP gibi hâlâ sosyal demokrat olma iddiasında olan muhalefetin de artık Türkiye'nin içinden geçtiği bu süreçle ve bu sürecin sorumlusu olarak gördükleri AKP ile değil, yukarıda saydığım sosyal adaletsizlikle başlayan meselelerle ilgili muhalefet üretmesi gerektiği kanaatindeyim. Çünkü AKP, bana sorarsanız, bu sürecin sadece bir parçası. Bu partiyi yaratan Anadolu sermayesine ve uluslararası sermayeye ne diyecekler? İktidara taliplerse cevaplayacakları soru bu olmalı.

        Diğer Yazılar