Çok
Yılbaşı kararlarının en önemli özelliği, uygulanamamalarıdır. Ben de iyi şeyler yazma kararı aldım bu yıl. Kendi yazdıklarımdan yoruldum. Ezcümle:
Hep kahır, hep kahır, hep kahır... Bıktım be! (Cem Karaca'nın sesinden.)
Eskisi gibi yazacağım. Eskiden öyle şeyler yazıyordum. Ayakkabı boyacısı çocukların plastik taraklarını ve vitrin camlarında kendilerine klark atışlarını... Kalbin bir nar gibi dağılmasını yazıyordum. Kuşlara söz vermenin ne kadar tehlikeli olduğunu ve düğmeci dükkânlarının acayipliğini. Şişman ve zayıf kadınları yazıyordum, kötü ve iyi adamları. Komik ve hazin çocukları yazıyordum, ne oldu bana? Bir arzuhalci kadar kurudum; derdin, tasanın gözü kör olsun! İyi şeyler yazacağım, ben anlamam!
DELİCE ŞEYLER
Çocukların top oynadıkça dil çıkaran ayakkabıları var mesela, ne güzel konu, mis gibi. Yaz Allah yaz, terli terli soğuk su içmek kadar lezzetli.
Sonra elli yaşındaki kadınların gizli ve akıl almaz çılgın ruhları var. On numara konu! Bence bu dünyanın en muhteşem insanları elli ila altmış yaş arası, içi ekşimemiş kadınlar. Sadece dünyayı değil, uzay çalışmalarını da onlar yönetmeliler. Tanrı kesinlikle elli beş yaşlarında bir kadın olmalı. Olmalı derken, olmasını istiyorum manasında.
Tatlı delileri de yazmak lazım, mühim bir mesele. Hazine avcılarını mesela. Dindar salsa şampiyonları da olabilir, vardır muhakkak. Sokakta yaşayan insanları evlerine alanları, güzel palavra atanları ve köylerden saç toplayıp perukçulara satan adamların aşklarını... Bu sene kesin birinci lige çıkacağına inanmış taşra takımlarındaki inanılmaz maceraları.
Güzel şeyler yazmak istiyorum bu yıl, buzdolabınızın üzerine astığınız, camlı masanın altına koyduğunuz o yazıları yazmak istiyorum. Yazları öğle yemeğinde karışık kızartmanın üzerine sarmısaklı yoğurt dökülmesi gibi yazılar. Planım bu. Yeni yıl kararım bu işte.
ALİCE'TEN DERSLER
Çünkü...
"Alice Harikalar Diyarında" filmini izliyordum geçen gece. "Hatter" (Şapkacı) karakteri, çocukken daha cesur ve gönlü daha zengin olan, büyümüş Alice'e şöyle diyordu:
"You were much more. You were mucher. You have lost your muchness."
(Sen çok daha fazlaydın. Sen daha çoktun. Çokluğunu kaybetmişsin!)
Hayat bizden son derece sinsi bir biçimde tek bir kişi olmamızı bekliyor, kimsenin kafası karışmasın, derdi bu hayatın. Ciddiyet ve oturaklılık, son derece sahtekâr bir biçimde ödüller vaat ediyor. Ruhunun fazla fırfırlı ve bilyeli kısımlarını tedavülden kaldırırsan saygın kişiler meclisinde bir koltuğun olabileceğini ve bu sayede hayatının kurtulacağını söylüyor durmadan. Delice şeyler söylemezsen ve anlaşılmayacak şakalar yapmazsan önün açık; böyle diyor hayat. Sakın inanma! Sakın! Yok öyle bir şey. Tamamen bir tuzak. Çünkü insan en sonunda yine kendiyle baş başa kalacak. Ve kendi kendine şaka yapamayan bir kendini kim ister! Renkli kalemleri alınıp eline bir dolmakalem verilmiş bir çocuk kadar mahzun...
LİMONATALI, ŞOKELLALI
Her şey biraz kahırlıydı geçen yıl. Hepimiz, ne bileyim, bana öyle geliyor, "çokluğumuzu" kaybettik gibi. Kara haberlere baka baka karardık gibi sanki. "Çokluğumuza" geri dönmek için bu yıl kahrın bize eklediği "fazlalıkları" atsak üzerimizden. Benim planım bu. Yeni yıl kararım yani, iyi şeyler. Nasıl? Günaydın kadar ferah bir cümle vermek istiyorum okuyanlara. Limonatalı, şokellalı şeylerden söz etmek istiyorum. Taze simit gibi çıtır çıtır ve eflatun saatinde rakının içinde dağılan su gibi mucizevi... Olabilir bence. Olmalı.