Osman'ın gözyaşları üzerine: Arena burada! Spartaküs nerede?
CEM Yılmaz’ın dediği gibi değil: Mekân oynatmıyor!
Kıpırdayacak yer kalmadı. Sıkıştık. Ülkenin nereye gittiği belli. Varılacak menzilden hoşnut olmayanların akıbeti de. Artık tebaasının mütereddit olmasına bile tahammül edemeyen bir muktedir var karşımızda. Efendiyi seveceksin! Hem de idareten değil, gönülden seveceksin! Öyle sessiz sessiz de olmaz, sevgini içine atmayacaksın! “Hastasınım!” diye bağıracaksın gırtlağın patlayana kadar. Ne dese alkışlayacaksın. Bazen yanlış yerde alkışlamayı göze alarak hatta. Ne olur ne olmaz diye her cümle sonunda alkışlayacaksın. Efendi seninle yanlış haritayı alkışladığın için dalgasını geçse bile. Yoksa? Yoksa a-ha kameralar orada!
TİKSİNDİRİYORUZ!
Hangi siyasete, hangi “yaşam tarzına” ait olursak olalım, biliyoruz ki, biz izin verdik buna. Muktedirle aynı gelenekten gelenleri bile endişelendiren, sadece semirmekten endişelenmeye vakit bulamayanların içini rahat ettiren bu hale biz izin verdik. Efendinin, kendi müptelaları dışında kimseyi adamdan saymadığı, sadece düşmandan saydığı bu hale biz izin verdik. Muktediri ululamayan herkesin “gizli bir organizasyonun parçası” olarak damgalandığı bu ülkeye biz izin verdik. Berberde canı sıkılıp muktedirle ilgili şaka yapan adamın tutuklandığı ülkeye biz izin verdik.
Beş yıl sonra, on yıl sonra çocuklarımızın nasıl bir ülkede yaşayacağını bilmiyoruz artık. Çocuklarımızın bize benzedikleri takdirde bu ülkede yaşamasına izin verilip verilmeyeceğini bilmiyoruz. Bize bile “tahammül” edildiğine göre... “Ucubelerimizle”, “tıksırıklarımızla” besbelli tiksindiriyoruz muktediri.
Mesele yaşam tarzı falan değil. İyiliğin, inceliğin, adaletin ortadan kalktığı, hepsinin yerine korkunun, sınırsız kudretin, müdanasızlığın konduğu bir ülkeden söz ediyorum. Aç ordularının şehirlerin dışına atıldığı, onların “ah”ıyla kavrulan yerlere yapılan cilalı binaların açılışlarının şenliklerle yapıldığı bir ülkeden... Yoksulların daha da yoksullaşırken yalan dolan rakamlara inanmamızı bekleyen bir muktedirden... Söylediklerine inanmazsak “A-ha kameralar orada” denen, telefonda sevgilimizle konuşurken bile korktuğumuz, sevişirken bile korktuğumuz bir ülkeden... Çocuklarımız, bize benzedikleri takdirde bu ülkede yaşayabilecekler mi acaba? Yoksa kesinkes onlara mı benzeyecek çocuklarımız yaşayabilmek için bu ülkede?
Ağlayan çocuk posteri: Osman
Osman ağlıyor ekranda. Memleketi ne kadar ağlatırsa o kadar iyi. Yetmiyor, sonraki hafta daha çok ağlıyor ve ağlatıyor ekranda. Bir halk ağlamak istiyor ve ufacık bir çocuk aktörü kış günü denizlere atmaktan bile geri durmuyor. Tıpkı 1 Şubat 1979’da Sızıntı Dergisi’nde yayınlanan, sonra memleketin her yanını saran o ağlayan çocuk posteri gibi. Ülke ne zaman dermansız bir hastalığın pençesine düşse, ne zaman eline yüzüne bulaştırsa işleri, ağlayan bir çocuğa bakıyor belki. Bir suçu var besbelli. Murat Belge’nin “Tarihten Güncelliğe” kitabında ağlayan çocuk posteri üzerine yazdığı gibi:
“Bizi doğrudan suçlamaksızın suçluluğumuzun bir affettirme aracı olarak alıp evimize getirdiğimiz, nereden geldiğini bilmediğimiz, ‘insanlık işte’ gibi laflarla geçiştirdiğimiz gözyaşını da bizden en santimantal yollarla koparan bu çocuk elbette popüler olacaktır.”
“HAYIR, BENİM!”
Şimdi Osman’a bakıp ağlıyoruz milletçe. Vaktiyle ağlayan çocuk posterine baktığımız gibi. Çünkü geçen haftadan beri artık kesinkes biliyoruz:
Arena burada! Ama Spartaküs yok ortada! İmparator kameralara sorduğunda “Kimdir beni sevmeyen?” diye, “Spartaküs benim!”, “Hayır benim”, “Hayır benim” diye ortaya çıkacak kalabalıklar yok Arena’da. Osman suçumuzu hatırlatmadan suçumuza ağlatıyor bizi:
“Arena burada! Peki Spartaküs nerede baba?”