Mısır, siyasal İslam'ı da değiştirir mi? 'Bilinmeyen sular'
İNSANLIK onurunun büyük kalbine herhangi bir teması olan birinin bakmaktan utanacağı sahnelerdir bunlar. Adalet ve özgürlük isteyen kitleler, sanki hayvan sürüsüymüş gibi, korkuyla güdülmeye çalışıldığında, insan olanın yüzü kızarır. Başkasının derdiyle dertlenme kabiliyeti olan her kalp, kendini o insanlar kadar aşağılanmış hisseder. Ama ertesi gün aynı kitle, aynı meydanlara çıkarak kalbini tedavi etmeye karar veriyorsa... Yeryüzü, kaldırıp utançla eğdiği başını, onlara selam durur.
Bugün, yeryüzü halkları Mısır halkına selam duruyor. “Bu yazı yazılırken henüz Tahrir Meydanı’ndaki kitlenin kaderinin ne olacağı belli değil” demeliyim belki. Demeyeceğim. Çünkü onlar çocukluk korkularını yenip yetişkin bir halk olmaya karar vermişler. Ödülü kendi içinde olan bir hareket bu. Sonu, Mübarek’in devrilmesiyle bitmese bile kazanılmış bir zafer var ortada: Mısır halkı (Lenin’in deyişiyle) “devrimci durum” yaratmayı başardı.
On yıllardır ilk kez Arap halklarına siyasetin başaktörü olabileceklerini gösterdi. Yeryüzü halklarının heyecanı ve yeryüzü efendilerinin endişesi bu yüzden.
AMANPOUR’UN YÜZÜNE KAPANAN TELEFON
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Artık bilinmeyen sulardayız” dedi Mısır için. Oysa “bilinmeyen” değil, “unutulmuş” sular demeliydi. Çünkü Mısır halkı, tıpkı Tahrir Meydanı’na bakmakta olan Arap halkları gibi, kendi başına karar verebilme, siyasi kaderini değiştirebilme kudretine sahip olduğunu hatırladı.
O meydandan yükselen sesler o kadar güçlü ki gidinin gedikli “resmi muhabiri” Christina Amanpour’un Mübarek’le yaptığı tarihi röportaj(!) sadece kifayetsiz bir komedi gibi duruyor. Amanpour vaktiyle başının üzerinde İsrail savaş uçakları uçarken, ablukaya alınmış Arafat’a, “Kendinizi tehlikede hissediyor musunuz?” diye sormuş ve Arafat canlı yayında yüzüne telefon kapatmıştı. Dün, Tahrir Meydanı aynı şeyi yaptı!
WALK LIKE AN EGYPTIAN!
Sanırım bu asabiyet yüzünden Amerikan ana akım basını, İsrail’den Mısır’a inen ve Mübarek’e Tahrir’de kullansın diye gaz bombası taşıyan iki uçaktan pek bahsetmiyor. Çünkü tıpkı İsrail gibi, kendi adına karar vermeye başlayan bir Mısır’ın sadece bölgenin değil, dünyanın zihin kurulumunu değiştireceğini onlar da biliyor. Belki de yeryüzünün diline, bizim ilk gençliğimizin o popüler şarkısının takılacağından korkuyor: “Walk like an Egyptian!” (Mısırlılar gibi yürü!)
“GÜÇSÜZLERİ ÖNDER YAPMAK”
Düşünsenize, İslam’ın ezilenlerin lehine siyasallaşması örneğin, ne korkunç olurdu!
Müslüman Kardeşler’in mürşidi Muhammed Bedii’nin 27 Ocak 2011’de yayınladığı son risalesinde Kuran-ı Kerim’den şu referans veriliyor:
“Biz ise o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları vâris kılmak istiyorduk. Ve o yerde onları hâkim kılmak, Firavun ile Haman’a ve ordularına, onlardan gelecek diye korktukları şeyi göstermek istiyorduk.” (Kasas, 5-6)
Müslüman Kardeşler’in desteklediği, muhalif lider El Baradey’in Amerikalılarla işbirliği yaptığı konuşulurken, Tahrir Meydanı’na yukarıdaki niyetle cuma namazını kılıp giden kitlenin istediği olur mu, bilemem. Ama eğer mürşit seçilir seçilmez, “Rejime rakip değiliz” açıklaması yaparak Mübarek’i rahatlatan Bedii, bugün Tahrir Meydanı’nın baskısıyla böyle bir açıklama yapıyorsa bu da az şey değildir.
Tahrir Meydanı’ndaki önceki günkü saldırıdan sonra, “Mısır halkı kaderini bu rejimin belirlemesini istemiyor” diyorsa Bedii, bu iyi bir şeydir. Yani Tahrir Meydanı’nın gürültüsü sadece Arap diktatörlerini değil, Müslüman coğrafyasındaki siyasal İslami hareketleri de dönüştürebilir. Seküler orta sınıfın “Mısırlı yürüyüşü”, Ortadoğu ile birlikte siyasal İslami hareketlerin çehresini de değiştirebilir. Mısır’da yaşananlar, benim baktığım yerden, bu denli geniş ve derin bir “devrimci durumdur”.
İNSANLIK ONURU KORKUSU
Bu konuda yazdığım önceki iki yazıdaki bu “devrimci durum”un öndersiz, ideolojisiz ve plansız kalması halinde kendi enerjisini tüketeceğini söylemiştim. Aynı kaygıyı saklı tutarak bugün Tahrir Meydanı’ndaki inadın Arap ve Müslüman halklara çok önemli bir şey hatırlatacağını düşünüyorum: Yetişkin olmayı! Diktatörlerin ve otoriter rejimlerin “çocukları” değil, ülkelerinin yetişkinleri olmayı hatırlayan halklar ne korkunç olur Allah’ım! Tıpkı vaktiyle olduğu gibi, onlar bütün yeryüzüne insanlık onurunun büyük kalbini hatırlatabilirler. İnsanlık onuru ne korkunç şeydir Allah’ım!