Ben böyle keçinin...
GEÇTİĞİMİZ haftaya kadar, ne yalan söyleyeyim, şu “Gripten öldü” meselesini hiç anlamamıştım. İşin doğrusu tuhaf da geliyordu. İnsan hiç gripten ölür mü! Ve fakat geçtiğimiz hafta salı ve çarşamba günü grip âleminin o çirkin yüzünü de gördük. Şahsen tespit ettim: Gripten ölünebilir arkadaş. Aynen gidebilirsin yani. Anlaşıldığı üzere bu yıl vizyona giren Keçi Gribi, tıpkı geçmiş yılların namlı gripleri gibi beni yokladı. Daha hiç sektirmedim zaten, her yıl hangisi modaysa onu oluyorum. Türkiye Grip Tarihi’nin canlı belgesi gibiyim.
SÜMÜK, BENİM KARAKTERİMDİR!
Ben zaten inişli çıkışlı bir grip hayatına girmiştim epeydir. Geçmiyordu, ben de artık o yokmuş gibi davranıyordum. Kulağım o kadar uzun süre tıkalıydı ki unuttum artık normal duyduğum günleri. Bir de kulak tıkalı olunca sadece kulak tıkalı olmuyor. Lobotomi ameliyatı yaptırmış kadar geri zekâlıya bağlıyorsunuz. Bilhassa diyalog esnasında “Ha?”, “Hı?” seslerini o kadar çok kullanıyorsunuz ki ilişkileriniz yıpranıyor. Kulak tıkalı olunca kendi sesini de bilemiyor insan. Bağırmış olmayayım diye sürekli fısıltıyla konuşuyormuşum. Bir de son günlerde boş boş bakmaya başlamıştım. Akvaryumun içinde gibi tuhaf bir his. Burun akıntısı da o kadar uzadı ki, şöyle söyleyeyim, sümük kişiliğimin parçası haline gelmişti.
AZMİN SONU. ..
Bu fasıl epey uzun sürdü. Ben spora gidiyorum, işe geliyorum, dışarıda yemek yiyorum. Süper telkin yöntemlerimle gribe karşı zafer kazanacağım, azimle devam ediyorum yani hayata. Halbuki bilememişim: Benim naçizane varlığım gribin büyüklüğü karşısında nedir ki! Hem adıyla sanıyla Keçi Gribi, olacak bir numarası. Bitti bitiyor dediğiniz anda esas dalga geliyor.
Ben de salı günü yine “Kendini bırakma!” şiarıyla atladım işe geldim. Kıyıdan programı için çekimine gideceğim. Fakat bir tuhaflık da var üzerimde. Bulanık görüyorum, asansör gelmeyince yere çöküyorum filan. Nihayet işyeri revirine gittim. Doktor kulağıma soktuğu yeni model dereceyle ölçtü ateşi. 38! Sabahın köründe yani 38. Bu, akşama banko havale demek. Doktor beni “Siz delirdiniz mi! Ne işiniz var işyerinde!” şeklinde azarlamak suretiyle eve gönderdi. 48 saat uyudum. 48 saat uyunur mu arkadaş! Uyunuyormuş. Ölü gibi yattım öyle. Zaten o gün anladım, insan hakikaten gidebilir gripten.
GRİP KOKTEYLİ
İlk Balçiçek İlter olmuştu bu gribi ve yazmıştı: Bizim başımızda ciddi bir bela var ve Sağlık Bakanlığı konuyla ilgili susuyor diye. Bence de bu gripte bir tuhaflık var. Haklıymış. Herkeste olmuyor galiba ama bende oldu ve hâlâ devam ediyor: Acayip bir mide bulantısı. İnsanı giderek hayata küstürecek kadar inatçı bir mide bulantısı. Ağızda garip bir tatla başlıyor sonra mide döndükçe dönüyor. Eğer bundan mustarip birileri varsa bir keşif yaptım, o zavallılarla paylaşıyorum: Meyveli sakız çiğneyin! Çünkü mide aslında ağızdaki o acayip tadı yutup durduğunuz için bulanıyor. Meyveli sakız geçirmiyor ama hiç değilse sakızın şekeri bitene kadar bir nefes alıyor insan.
Sonuçta bu grip bana bir kokteyl gibi geldi. Eski gripler gibi sek değil yani, karışık bir şey. Bu karışıklık vesilesiyle merak etmeye başladım:
Ne olacak yani? Her yıl kendini biraz daha geliştirmiş bir grip vizyona girecek ve biz giderek kanser gibi gripten korkar hale mi geleceğiz? Örneğin bu grip gelecek yıl daha da gürbüz bir şekilde karşımıza çıkarsa, söyleyeyim, öldürür insanı. Ben de Balçiçek gibi bir açıklama bekliyorum yani.
Sonuç itibarıyla (söylemeye korkuyorum ama) geçti gibi. Hiç değilse iki lafı ardı ardına getirip yazı yazabilir hale geldim. Darısı şu anda Keçi Gribi’nin pençesinde debelenen kader arkadaşlarımın başına!