Çırağan Sarayı'ndaki düğüne biber gazı!
DÜN çok tuhaf bir olay oldu. Anlatayım...
Çırağan Sarayı'nın kapısında sevinçli bir telaş vardı. Gelin ile damadın annesi ve babası çoktan yerlerini almışlar, gelecek misafirleri karşılamaya hazırlanıyorlardı. Kapıdaki görevliler durmadan çalışıyor, hepsi gıcır gıcır olan, çok pahalı arabaları otoparka yerleştirmeye çalışıyorlardı. Gündüzün son saatleriydi. Güneş, batmadan önceki eflatun burcuna girmişti. Her şey olduğundan daha güzeldi. Genellikle şifon kumaşı tercih eden kadın misafirlerin etekleri merdivenlerde havalanıyor, neşeli bir çırpıntı herkesi tatlı tatlı güldürüyordu. Çok mutlu olmak için toplanmış insanlar kendiliğinden mutlu olurlar; herkes çok mutluydu.
Güneş batmak üzere olduğu için beyaz mermer merdivenler önce turuncuya çalıyor, ardından bembeyaz parlıyordu. Hava güzeldi, ucunu kaçırdığımız baharın yüzümüze güldüğü günlerden biriydi. Arabalardan inenler birbirlerini öpüyor, herkes birbirini görmekten dolayı seviniyordu. Tatlı bir gülüşme herkesi çevreliyor ve kalabalığı çevreleyen gülüşme çemberi daireler halinde göğe ağıyordu.
Düğünün küçük davetlileri ortalarda dolaşıyordu elbette. Çırağan Sarayı'nın bahçesinde küçük kırmızı, minik siyah rugan ayakkabılar pıtı pıtı koşuşturuyordu. Çın çın çocuk kahkahaları mermere kristal öpücükler gibi düşüyor, yere değen her kahkaha sanki ışık çıkarıyordu. Dört yaşındaki Mert ile üç yaşındaki Maya, ikisi de sarışın olduğu için herhalde, güneşin batışına doğru koşarken saçları turuncuya çalıyordu. Kardeşleri iki yaşındaki Elif ise onların arkasından gitmeye çalışıyor, giymek için tutturduğu pembe tütüsü, küçücük poposu üzerinde hopluyordu.
Derken gelin ile damat geldi. Antika bir Jaguar arabanın içinden çıktılar. Onlar görünür görünmez merdivendekiler alkışlamaya başladılar. Gelin çok heyecanlıydı ve sanırım damat ondan daha fazla. Etraflarında oluşturulan çember mesafeliydi. Bu mesafeyi ihlal eden tek şey bilhassa küçük kız çocuklarının gelinin eteğine doğru koşuşlarıydı. Bilhassa Maya ve Elif'i gelinliğin uzun kuyruğundan ve kabarık eteğinden uzak tutmak çok güç oldu. Kız çocukları işte! Ağızları açık, göbeklerini çıkarmışlar, kıpırtısız bir hayretle gelini izliyorlardı.
Bahçede gelin ve damadın şerefine kadeh kaldırıldı. Fransa'dan getirilen şampanyaların çınlayan kadehleri bir kristal avizenin sallanışı gibi tatlı bir gürültü çıkardı. Düğündeki mütedeyyin misafirler meyva suyunu tercih etiler. Bu konuda bir sıkıntı yoktu. İçen de içmeyen de beraber çok şık bir düğünde mutluydular. Çocuklara da birer kadeh verildi ve "büyüklerin içtiği gazozdan" onlar da tatmış oldu böylece. Elif, tütüsüne gazoz dökülünce biraz üzüldü ama kadehi kafasına dikerken eteğindeki lekeyi çoktan unutmuştu.
Misafirler yavaş yavaş içeri girmeye başladı Çırağan Sarayı'nın görevlileri kalabalığı müthiş bir beceriyle idare ediyordu. Tam misafirler ikişer üçer içeri girmeye başlamışlardı ki...
Gaz bombası atıldı. Polisler düğünü bastı ve etrafa bir sürü gaz bombası mermisi atmaya başladılar. İnsanlar kaçıştı. Annesi Elif'i bulamadı önce, delirmiş gibi korkmuştu kadın. Sonra tütünün ucunu gördü yerde. Oraya doğru hamle yaparken Elif'in başı göründü. Elif'in başının arkasında... Gaz bombasının mermisi vardı! Polisler iki yaşındaki Elif'in kafasının arkasına gaz bombası mermisi sıkmışlardı... Hastaneye kaldırılan iki yaşındaki Elif'in kafatasının arkası kırılmıştı. Çırağan Sarayı'nın merdivenlerinden iki yaşındaki bir kız çocuğunun kanı akmıştı. Annesi Elif'e sarıldığında, biber gazı her yeri kaplamış, misafirler nereye kaçacaklarını anlayamamışlardı.
★
Bütün bunlar İstanbul'da, Çırağan Sarayı'nda değil, Silopi'de oldu. Bir düğüne biber gazı sıkan polisler iki yaşındaki Elif Güngen'in kafatasının gaz bombası mermisiyle kırılmasına sebep oldular. Ve gazeteler bu haberi her cümlenin içinde en az on kere "iddialara göre" diyerek verdiler. Çünkü Elif Kürt'tü ve Çırağan Sarayı'nda değil, Silopi'de yapılan düğündeki bir bebekti. İki yaşındaki Elif Güngen bu yazı yazılırken Batman'da bir hastanede can çekişiyordu.