Bölgenin 36 vekille yürüyüşü bile değişirken: "Vermezlerse alırız"
"Kürt olduğumuz için Kürtlere oy verdik tabii.” Hasankeyf’in kenarında güneş batarken otlaktan gelecek keçileri sağmak için bekleyen, ilkokul terk 18 yaşındaki Hatice, kaşını kaldırıp gururlu bir şekilde böyle cevap veriyor. Çünkü soruyorum: “BDP’lilere mi oy vedin?” Şöyle efesinden bir gülümsemeyle hafiften dalgasını geçip havasını atarak konuşuyor: “Çok belli oluyor mu!”
“Keçe Kûrdan”, ayaklarını serin sulara koymuş, “devletin” Hasankeyf’i onlardan alamayacağını, hiç sinirlenmeden, rahat, kendinden emin anlatıyor, serin serin. Havasında bir şey var Hatice’nin, sesinde... Burada oturan, onun yaşındaki bir Kürt kızında daha önce görmediğim türden... Nasıl desem, bir özgüven ağırlığı...
KORKU DUVARI YIKILINCA
“Hem de nasıl” diyor bunu anlattığımda Diyarbakırlı siyasi bir genç ve örneklendiriyor seçim sonrası 36 vekilin yarattığı yeni sosyo-psikolojik havayı: “YSK kararından sonraki seçime kadar süren dönem çok gergindi. Kitle hiçbir zaman olmadığı kadar yorgundu. Eskiden böyle şeyler siyasal taktik olarak söylenirdi, ‘Sabrımızın sonuna geldik’ denirdi. Ama bu sefer hakikaten öyle oldu. ‘Korku duvarı aşıldı’ meselesi çok somuttu burada. Şimdi mesela ‘Hatip Dicle’yi salmazlarsa biz çıkarırız’ diyor insanlar.”
Bu gerginliğin üzerine seçim zaferi gelince hakikaten de oturuşu, yürüyüşü değişmiş bölgenin. YSK kararından sonra başlayan eyvallahsızlık seçim zaferiyle “taçlanınca”... Diyarbakır’da başka biri anlattı bu anekdotu: “Geçen gün, valinin koruma aracı hızlı geçerken iki genci ezecek gibi oldu. Baktım iki genç bağırıyor. Korumalar da geri bağırdı. İki gencin yürüyüp gitmesini beklersin. Yok, gitmediler. Valiliğin önüne kadar gittiler. Baktım polisler eskisi gibi değil. Çünkü bizimkiler eskisi gibi değil.”
TAM 22 OY!
Şehir merkezinden sınıra doğru gidildiğinde de aynı şey. Nusaybin yolunda süt taşıyan eşekli kadınların hakikaten havası binbeşyüz! “Kime verdiniz oyu?” deyince İstanbul’dan gelen gazeteciye hiç davranmadıkları kadar umursamaz davranıp cevap veriyorlar: “Kürtler kime oy verdiyse biz de onlara verdik!” Vurdu eşeğin kıçına, gidiyor, hiç arkasına bakmadan.
“Eyvallah abla!” diyoruz biz de, ne yapalım, biniyoruz arabaya Yemişli Köyü’ne gidiyoruz. Suriye sınırına 40 kilometre uzaklıktaki Süryani-Müslüman köyünde kapı duvar. Bir tek Mor Kuryakus Kilisesi’nin bakıcısı Lahdu cevap veriyor kilisenin duvarına astığı cep numarasına. Kapıyı açıyor ve tuhaf bir biçimde büyük ve şaşırtıcı derecede güzel kiliseyi gezerken anlatıyor. 160 küsur kişilik köyde cemaatin 6 kişiden oluştuğunu, seçimlerde oy vermek için köylülerin yurtdışından geldiğini... Lahdu kilisenin terasında “Şu taraf Irak” diyor, “Şu taraf Suriye, şu taraf da çöl”.
Çöl dediği Nusaybin. Çöle doğru gitmeden cemaatten amcalarla konuşuyoruz çardakta. Sabri Gezer sanki nicedir bizi beklemiş gibi konuşmasını yapıyor: “Osmanlı’dan beri ilk kez bizi tanıdılar kızım!” BDP’nin desteklediği Süryani milletvekili Erol Dora’dan söz ediyor. Sabri Bey Müslüman tespihini çekerken, “Biz politikayı öğrendikten sonra attık korkumuzu. Şimdi de ilk vekilimizi gönderiyoruz Ankara’ya. Tam 22 oy çıktı bu köyden Erol Dora’ya! 22!” diyor. Bir tarafı çöl, bir tarafı Suriye, bir tarafı Irak olan bu “yok-köy”de birileri kendini görünür hissediyor. Bu net bir şekilde hissediliyor! Arabayı çöle doğru sürüyoruz.
BAŞIM GÖZÜM ÜSTÜNE VEKİLLERİ
“Bölge’nin Afrikası burası” diyor Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan, gülerek: “O yüzden böyle serindir!” Bütün belediye çalışanlarının keyfi yerinde, pek şen şakrak bir hava var Nusaybin’de. Ayşe başkanla oturuyoruz biraz serin olan dut gölgesinde. “Oy verildikten sonra kimse evine gitmedi. Herkes orada bekledi. Oylar adliyeye götürülürken herkes arabanın peşinden gitti. Bir korku yürüyüşüydü o. Oylarına bir şey olacak, son anda yok edilecekler diye herkes bekledi. Gece ikiye kadar kimse evine gitmedi Nusaybin’de.”
YSK protestoları sırasında yaralanan çocukları, şehirdeki dehşet havasını anlatırken bir yerde virgül koyuyor Ayşe Gökkan: “Ama İstanbul-Taksim’deki gösterileri bir izleyişleri vardı... Herkes birbirine ‘Yürüyorlar!’ diyor, sadece bu: ‘Yürüyorlar!’ İstanbul yürüyünce sanki bir dev kıpırdadı. O günden sonra aşıldı korku duvarı zaten.” YSK kararı sonrası bütün öfkenin “devlete” değil AKP’ye yöneldiğini anlatıyor Gökkan: “CHP devletti ama hiçbir zaman hükümet olamamıştı. Şimdi devlet, hükümet ediyor. Artık insanlar polisleri de AKP ile özdeşleştiriyor.” AKP’nin Kürt meselesiyle ilgili politikalarına karşı gelişen tepki nedeniyle BDP’nin tarihteki ilk kez köylerde bu kadar yüksek oy aldığını anlatıyor.
Biz konuşurken yanımıza en az 80 yaşında bir teyze geliyor, Kürtçe konuşuyor sinirli sinirli: “Ne oldu bizim vekiller? Bıraktılar mı? Seçilmiş adamlar, neyin davasını yapıyorlar! Bugün-yarın diye kandırıyorlar bizi.” Teyze, Hatip Dicle ile ilgili süreci böyle değerlendirip, tespitini yapıp basıp gidiyor. Konuşmamız bitip kalktığımızda da 7 yaşındaki Müjde çkıyor ortaya. Başkanı öpüyor. Soruyorum “İsmi ne başkanın?”, cevap veriyor: “Emine Ayna!” Ayşe Gökkan gülüyor: “Gözlüklüyüz ya ikimiz de, benzetti demek.” Kelimenin tam anlamıyla yediden yetmişe politize toplum gergin günlerden sonra 36 vekilini gözü gibi sahipleniyor.
HAVAİ KONAKLAR
Akşam saatlerinde Diyarbakır’a dönerken Dicle kıyısındaki Kırklar Dağı’nda yeni yapılan “modern yaşam merkezi Kırklar Dağı Konakları” inşaatının ışıkları nehirde ayın aksini bozuyor. Diyarbakır içinde yapılan bir düğünde atılan havai fişekler öte tarafı aydınlatıyor. Suriçi’nden geçerken lastik yakıp kendi kendine oyun olsun diye kikirdeyerek slogan atan 10-12 yaşındaki çocuklar ve onların ötedeki havai fişekleri eylem sanacakları geliyor aklıma. 36 vekil, havai konaklara mı yoksa fişekli çocuklara mı daha çok ait, onu düşünüyorum.
Diyarbakır ve bölge ilk kez özgüveni bu kadar yüksekken toplumun içindeki bir başka yarılma hızlı ama sessiz ilerliyor. Hasankeyf kıyısındaki Hatice henüz bunu bilmiyor olabilir ama buradan bakınca bazıları ötekilerden “daha eşit”, ötekiler berikilerden “daha Kürt” görünüyor.