Ricat
VEKİLLERİNİN bir bölümü cezaevinde olan bir ülke olarak herhalde hiçbirimizin özgür olduğundan söz edilemez. Sadece BDP'li Hatip Dicle değil, aynı zamanda CHP'li vekiller de cezaevinde. Kabul edersiniz ki şu anda yapılacak en delikanlı hareket CHP'nin Bağımsız Blok'a destek vermesi olur. Böylece birbirinin yenilgisine "oh!" çeken iki kesim demokrasi için bir araya gelmiş olur. Hatta aralarına iki üç tane de AKP'li "çatlak" ses katılsa, demokrasi için, halkın iradesi için bir şeyler söyleseler... O kadarı fanteziye mi girer diyorsunuz?
HAKAN İÇİN HECELEYİN LÜTFEN!
Bütün bunlar olurken iktidara destek veren, iktidara hep destek veren, kuş yavruları gibi muktedirin ağızlarına koyacağı lafı gagaları açık bekleyen basın, BDP ve CHP'ye ayarı vermeye başladı bile. AKP'lilerin konuyla ilgili söylemesi gerekenleri yazmaya başladı gazeteler. Hani ezberlerini unutacak olurlarsa hemen manşetten okuyup ezber tazelesinler diye kocaman harflerle yazılıyor söylenecekler. Hakan Şükür için yeterince büyük olmayabilir gerçi, o ayrı.
SESSİZLİK NEHRİ
Bütün bunlar olurken ve belli ki bu yaz boyunca çeşitli hadiseler olmaya devam edecekken bir yandan da kederli bir sessizlik nehri akmaya başladı. Radikal Gazetesi Pazar Editörü Çınar Oskay, gazetesinin gazetecilik yapmadığını açık açık yazarak ayrıldığını ilan etti. Ardından Erdal Güven de benzer nedenlerle ayrıldı Radikal'den. Öte yanda NTV'den duyulanlar hiç de iyiye işaret değil. Can Dündar, Banu Güven, Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır'ın yaşadığı anlaşılan sıkıntılar sessizce karşılanıyor basın camiasında.
SUSMUŞ MUYDUK BİZ?
Aslında her şey Kürtlerin alınmasıyla başladı. Çünkü onlar gazeteci olamaz, ancak örgüt üyesi olabilirdi. Kürtler yazı yazamaz, ancak örgüt propagandası yapabilirdi. Onları aldılar ve herkes sustu.
Sonra Sosyalist dergilerin çalışanlarını aldılar. Onlar nasılsa "zıpır çocuklardı", "yaramazdılar"... Yani gazetecilik yaptıkları pek de söylenemezdi.
Derken ana akım gazetelerin sol olayları izleyen muhabirlerini dövdüler polisler. Nasılsa onlar meşhur köşe yazarları olmadığı için cıkcıklanıp geçiştirildi hadiseler.
Sonra AKP'yi sert eleştirenlere geldi sıra. Ağır ağır onlar da gittiler. Kalanlar seslerinin tonunu ve düzeyini nasıl ayarlaması gerektiğini anladı ve iktidar yanlısı o salvo da geçiştirildi.
ÇEMBERİN MERKEZİ
Ama şimdi... Basın üzerindeki baskılar çember çember daralıyor. Başlangıçta meşruiyeti ana akım medya ve ana akım siyaset tarafından kabul edilmeyen insanlara saldırıldı. Onlar "halledildikten" sonra sıra bir iç halkaya geldi. AKP'yi eleştiren Kemalist halka da günahsız değildi, dolayısıyla kimse onları canla başla savunacak durumda değildi. Derken Ahmet Şık ile Nedim Şener'i aldılar, bizde sigortalar attı! O zaman herkes vaktin geldiğini anladı. Bağırmanın vakti...
TURBO DEMOKRATLAR
Saldırıyı bu çemberden püskürtürüz sanmıştık. Eylemler yaptık, mahkemelere gittik. Nihayetinde iki arkadaşımızın içeride olması deli saçmasıydı. Bekledik ki bu utançtan dönsünler. Ama utanan sıkılan olmadı. Bu siyasi vandallığa bir de basındaki "turbo demokratik" arkadaşlarımız eklendi. Cezaevine atılan gazetecilerin "kötü kitap" yazdığını söylemeye başladılar.
Savcının arkadaşlarımıza sadece yazdıkları kitaplarla ilgili soru sormasına rağmen iktidarın söylediği, "Onlar gazetecilik yaptığı için alınmadı" palavrasını sürdürdüler ve köpürttüler. Hatta o kadar ki neredeyse "Zaten onların imlası bozuktu; noktalı virgülü kullanmayı bilmezlerdi" diyecek kadar ar damarları çatladı.
Bunun için ne bedel ödeyecekler diye düşünüyorum bazen. Sonra farkına varıyorum ki zaten ödüyorlar: Artık bir tanesi bile bu iktidarla ilgili, hükümetten biri gelip suratlarına tükürse bile, bir satır yazamaz. Bununla yaşamaktan daha ağır bir bedel ben bilmiyorum zaten. Yumurta küfeli gazetecilik yapıyor olmak sıkacak boğazlarını her gün.
ÖZGÜRLÜK DEĞİL VOLTAREN MERHEM
Peki yukarıda ismini saydığım ya da sayamadığım, derdi sadece objektif gazetecilik yapmak olan, her türlü iktidarı eleştirmenin gazeteciliğin temeli olduğunu bilen arkadaşlar ne yapacak işler bu kadar kötüye giderken? Bakıyorum tabloya... Bana ricat ediyoruz gibi geliyoruz. Geri çekilme değil ama... Ricat. Yani sahnede kendi başlarına kalacaklar önü ilikli, boynu bükük gazetecilik yapanlar. Yağlasınlar ballasınlar birbirlerini, amenna! Biz çekiliyoruz sahneden, çekiyorlar yani görünüşe bakılırsa.
Öyleyse buyursunlar kendi aralarında ezberlerini yapsınlar. Kendileri çalıp oynasınlar. Mis gibi. Çünkü onlara basın özgürlüğü değil, bol miktarda Voltaren merhem lazım. Malum, boyun ağrısı için!