Herkesin keyfi yerinde
BU ülke bizden en çok neyimizi alıyor diye düşünüyordum. Sanırım olabileceğimiz, yapabileceğimiz şeyleri çalıyor. Dağlarda ölen onca genç adam ve kadın neler olabilirlerdi kim bilir. Radyo tiyatrosu yazarı, oşinograf ya da kendi halinde mutlu bir marangoz. Savaşa çağırılıp sonra ellerini, kollarını, gözlerini, bazen ruhlarını adını bilmedikleri ovalarda, tepelerde bırakıp gelen onca genç neler olabilirdi?..
Bu ülkenin büyük bir bölümü bugün aramızda değil, ne derin bir keder ve kayıp bu. Hepimiz daha iyi, daha şefkatli, daha zarif ve daha sakin insanlar olabilirdik. Ben de örneğin kendi halinde bir edebiyatçı olabilirdim, gerçeklikle bu kadar mecburi, bu kadar kesintisiz ve bu kadar doğrudan bir ilişkisi olmayan şeyler yazabilirdim. Ama ülke bizden olabileceğimiz, yapabileceğimiz, var oluşumuzu onurlandırabileceğimiz insani şeyler olma, yapma hakkını alıp yerine tek bir şey veriyor: Kahramanlık imkânı!
Bu yüzden bu kadar çok kahraman var bu ülkede. Herkes hiçbir şey olamasa da kahraman olabilir. Sokakta bir oğlan çocuğu gidip Hrant'ı öldürür, kahraman olur. Bir Kürt çocuğu dağa gider, daha denizi bile görmeden ölür, kahraman olur. Bir İzmirli çocuk, adını bilmediği bir dağa gönderilir, ölür, kahraman olur. Birileri çıkıp bir kitap, bir köşe yazısı yazar, hapse atılır, öldürülür, önce kahraman olur sonra... Sonra bütün kahramanlar gibi unutulur. Yoksul, aklını ve kalbini yitirmiş, zalimleşmiş bir ülkenin, çocuklarına kahramanlık madalyasından başka verecek bir şeyi yoktur artık.
HAREKETLİ TATİL
Merhaba. Tatildeydim ve bunları düşünüyordum. Tatil yapabileceğimi, bu meseleleri düşenebileceğimi sanıyordum. Ama kısmet değilmiş. Anneannemin ameliyat olması gerekti ve acil kan lazım oldu. Duymuşsunuzdur belki, Twitter'dan kan aradım ve ırkçılar rahat vermedi. "Kürtler versin kanı sana! Ermeniler versin!" diye çıktılar ortaya. Kürtler de Ermeniler de tıpkı insan olan herkes gibi vermek istediler kan. Hepsine bin kere teşekkür. Diğerlerinin de... Canları sağolsun. Umarım Allah onları böyle bir olayla terbiye etmez.
Yani tatilim böyle başladı. Böyle başlayan tatilin sonundan ne beklenir! Bir hanım yazarımız beni "Kandil Muhibi" ilan etti. Yazılarımı alt alta dizip "Öyleydi böyle oldu" falan gibi bir analize soyunmuş. Aynı yazının ilk bölümünde Nuray Mert'ten de söz etmiş. Nuray büyüklük gösterip kendini açıkladı, niye öyle anlaşılmaması gerektiğini anlattı. Ben o kadar büyüklük gösteremeyeceğim. Çünkü okuduğunu anlamamakla açıklanamayan bu durumun ancak kötü niyetle açıklanabileceğini düşünüyorum. İşin tuhaf tarafı, hanım yazarımızın kendine ait bir kötü niyet bile değil. Yazısının başında bunların Perihan Mağden'in fikirleri olduğunu da söylemiş.
Memlekette kan gövdeyi götürürken, Kürt meselesinde ciddi krizler yaşanırken, her gün kadınlar öldürülürken, ülke siyaseten hallaç pamuğu gibi atılırken hiçbir şey yazmayıp sonra da "dayanamayıp yazdığı" konu Survivor Taner olan bir yazarı, kimse kusura bakmasın, ciddiye alacak değilim.
Demokrasi mücahidi hanım yazarımıza da ayrıca teşekkürü borç bilirim: Kendisinin militarist, statükocu, Kemalist ve ırkçı epey okuru varmış, hepsi beni hakaret ve tehdit yağmuruna tuttular. Herhalde demokrasi, insan hakları ve özgürlük yolunda verdiği bu hizmet hiç unutulmayacaktır. Son bir uyarı: Perihan'ın gazına gelip benden özür dileyenlerin sayısı epey fazladır, Allah seni de bu mahcubiyetle terbiye etmesin Hilal'im.
GÜLERKEN GÜLERKEN...
Tatil böyle bitecek derken başka bir genç hanım yazarımız işe el attı. Nagehan hanımlar beni PKK yandaşı olmakla suçladı. Beni tanıyan veya yazılarımı okuyan herkes buna kargalarla birlikte gülecektir elbette. Ama bugünlerde gülüp geçilecek suçlamalar insanları hapse artırabiliyor. Ahmet Şık ve Nedim Şener'in Ergenekon bağlantısı iddiasına hangimiz gülmedik!
Petek Dinçöz'ün "Arım Balım Peteğim" programına çıkıp "Kocam benim yanımda başkasına bakarsa ne yaparım?" gibi soruları ciddiyetle cevaplayabilen ama Ahmet Şık'a meslektaşım demekten utanan bu genç hanımefendiyi de ciddiye alamıyorum. Ama dediğim gibi bu günler öyle günler ki ciddiye almadığımız birçok şey tüm ciddiyetiyle gerçekleşebiliyor. O yüzden birçok insan, "Sakın ciddiye alıp da bunlarla ilgili yazı yazma" demesine rağmen yazıyorum.
Bunlar bana bir yerlerde bazılarımız için birtakım kararlar alındığını düşündürtüyor doğrusu. Nasıl Ahmet ile Nedim Ergenekon dosyasının içine atıldıysa şimdi de acaba bir Kürt dosyası açılacak ve benim gibi bu konunun neredeyse sadece insani yanıyla ilgili olan birilerini de onun içine mi tıkacaklar? Bilirsiniz, çatışmaların, çekişmelerin karşıt tarafları birbirine bir şey yapmaz. Ama her iki taraf da, ortada durup vicdanla, ılımlılıkla söz söyleyeni yok eder. Hrant bu yüzden öldürülmedi mi? Öğrenci Kolektifleri bu yüzden hedefte değil mi? Musa Anter bu yüzden katledilmedi mi? Tarihin şaşmaz akışı budur.
Tatile çıkmadan evvel, bundan bir buçuk ay önce "Ricat" diye bir yazı yazmıştım. Muhalif kalemlerin, seslerin ricat edeceğini, ricata zorlanacağını yazmıştım. Nitekim Banu Güven, Ruşen Çakır, Mirgün Cabas ve son olarak Can Dündar ile Ferai Tınç (maalesef) öngördüğüm gibi, öngördüğüm şekilde ricat ettiler. Gerekçe iktidarın baskısı mı? Belki. Ama daha ziyade bence iktidar olmayanın tavrı işin tadını kaçırdı. Yıllar evvel ordu ve militarizmle ilgili yazmıştım: "Ordu elbette militaristtir. Mesele sivillerin ne kadar sivil olduğu!"
Burada da iktidar, geldikleri geleneğin ve gelecekte gördükleri büyük kapıların gerektirdiği gibi davranıyor ve önüne çıkan her engeli yok ediyor. Ben bunda bir tuhaflık görmüyorum doğrusu. Tuhaf olan şey diğerleri. Kenarda durup mahallenin komprador çocuğu olarak iktidara hedef gösteren, vurduğunda "Yetmez gözüne de vur!" diye bağıranlar. Mesleğimizin, hayatın ve genel olarak ülkenin, politikanın tadını bunlar kaçırdılar. Bu meseleyi ve Türkiye'nin genel durumunu önümüzdeki iki ya da üç yazı boyunca yazacağım. Zaten sonra bir daha da bu konuda bir şey yazmaya niyetim yok. Ülkenin bugünkü durumunun daha fazla benden çalmasına izin vermek niyetinde değilim.
Niyesi, niçini ve "Habertürk'ten gitti, geri geldi" tiyatrosunun perde arkasını, bu arkadaşların yalanı nasıl ürettiklerinin bu mühim örneği de çarşamba gününe.