Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ARKA masadaki sinirli kadın sesi, dişlerinin arasında ezilerek çıkıyor:

        "Şerefsiz... Pislik... Çevir kafanı öbür tarafa! Yüzünü bile görmek istemiyorum. Öldüreceğim seni!"

        Sakin ve eflatun bir akşamüstü. Ömrün geri kalanı o andan itibaren iyi geçecekmiş duygusu yaratan bir sükûnet. Ve arkadaki ses sinirden damarlı damarlı:

        "Öğürme! Öğürme! Yut onu dedim. Yut yoksa öldürürüm seni. Şerefsiz!"

        Dönüp arkaya bakmak zorundayım artık. Dışarıdan bakıldığında basbayağı insana benzeyen bir kadın, dokuz-on yaşındaki oğlunu besliyor. Burada yazamayacağım başka küfürler ve tehditler de ediliyor. İçim eziliyor. Dönüp "Yeter, rahat bırak çocuğu!" diye bağırsam mı? Acaba, "Hanım hanım, sen bu çocuğu hesap vermeden işkence edecek biri olsun diye mi doğurdun!" desem?

        Kadın bütün hayatının hırsını çocuktan çıkarıyor. Çocuk ezildikçe o zalimleşiyor. Bitmeyecek besbelli. Çocuk kısık sesiyle özür diliyor, bir şeyler söylemeye çalışıyor, ağlamamaya çalışıyor. Karşılık olarak, "Sevmiyorum seni. Hiç sevmedim zaten. Pislik!" gibi cümleler duyuyor ardı ardına.

        İçimden gelen şey şu: Çocuğu alayım, kavga dövüş, kaçırayım. Kadına da tekme tokat girişeyim. Çünkü bir insan gözümün önünde işkence görüyor. Ama sırf işkenceci onu doğuran, besleyen kişi olduğu için bizim ses çıkarmaya hakkımız yok. İşkenceci, işkence gören ve işkenceyi izleyenlerden oluşan bir kurulum beni dışarıda bırakıyor. Yani yine herkesin keyfi yerinde!

        ÜLKE

        Türkiye büyük ve derin bir değişimden geçiyor. Bu, sadece Türkiye'yle ilgili değil, daha büyük bir coğrafyayla ilgili. Eski militarist düzen yıkılıyor. Yeni bir insan tipi doğuyor. Kendini Avrupa'ya uydurmaya çalışan değil, eski psiko-sosyolojik köklerine dönüp (ya da onları yeniden icat edip) bir imparatorluğun parçası olmanın tadını çıkarmak isteyen bir insan tipi bu. "Türkiyeli" derin bir değişimden geçiyor.

        Beğenin beğenmeyin, AKP önceki hükümetlerin hayal bile edemeyeceği değişimlere imza attı. Tarihi ve bölgesel konjonktürün de benzersiz yardımıyla şimdi Türkiye artık parlayan bir yıldız. Yine beğenin ya da beğenmeyin, Türkiye ilk kez önündeki on yılı görebiliyor, plan yapabiliyor. Bir ülke, dev bir kadırga gibi sağır edici gıcırtılarla rota değiştiriyor. Ülkenin çoğunluğu da bu rotadan memnun. Ve net bir biçimde söyleyeyim, yeni rotanın varış noktasındaki herkes Türkiye'deki iktidarı akıl almaz bir biçimde seviyor, hayranlık duyuyor.

        Adını böyle koymayı tercih etmeseler de yeni Osmanlı İmparatorluğu kuruluyor ve bundan hiç hoşlanmayanlar bile bu değişimden yararlanıyor. Gelin görün ki böyle büyük değişimlerin küçük bedelleri vardır. Bu tür köklü değişimlere niyetlenen bir iktidarın, sorgusuz sualsiz olması, karşısına çıkan her türlü engeli, tehdit olarak gördüğü her türden pürüzü yok etmesi gerekir.

        Hapishanedeki birkaç gazeteci, hukuksuz yapılmış birkaç tutuklama, yok edilen birkaç sendika, nehir ve gazete, zaten sessiz ve yoksul olanların daha da sessiz ve yoksul olmaları bu devasa icraat karşılığında ülkenin ödediği küçücük bir bedeldir!

        KOLTUK

        Değişimin sadece böyle somut sonuçları olmaz. Aynı zamanda insanların ahlaki tutumları da değişir. Kanaat önderi koltuklarında oturanların kaldırılıp yerine yenilerinin oturması için eskilerin sadece (örneğin) işten atılması yetmez, itibarsızlaştırılması gerekir. Bütün bir memleketteki koltukları düşünün. O koltukların başında duran yeni ve eski koltuk sahiplerini düşünün. Sanırım bütün bir memleketi kapsayan, sonsuz sayıdaki mikro iktidar savaşlarını gözünüzün önüne getirebiliyorsunuz. Büyük değişimler böyle sonsuz sayıda küçük cehennem yaratır. Cehennem ise tamah edenin muzaffer olduğu, gönül indirmeyenin zarif sükûnetinin hükmünün kalmadığı yerdir.

        KEYİF

        Siyaset Meydanı'ndaki acıklı performansımdan haberdarsınızdır herhalde. "Siz ne zaman bu kadar zalim oldunuz?" diye ağlamaklı oluşumdan söz ediyorum. Her zamanki gibi ekranlar delirme anını gösterdiler, delirme gerekçesini değil. Oysa orta yaşlı bir adam alaycı bir tonda şöyle demişti:

        "Metin Lokumcu biber gazından ölmüş diye söyleniyorlar. Adam Başbakan'a karşı gelmiş. Allah rahmet eylesin!"

        Bazen, tıpkı o masadaki çocuğa yapmak istediğim gibi, bu ülkenin ruhunu, bir yerlerde olduğunu hep var saydığım iyilik, vicdan ve merhametini kaldırıp değişimin çılgınlığıyla zalimleşen kalabalıklardan kaçırmak geliyor içimden. Ama sonra bakıyorum... Ben "Ne zaman zalim oldunuz!" diye bağırınca içi ferahlayanların henüz yeterince sesi çıkmıyor. Sonra bakıyorum çoğunluğa... Herkesin keyfi yerinde gibi geliyor. Bu yüzden işte bir süre bu çılgınlıktan uzakta yazayım diyorum. Anlatabiliyor muyum?

        Diğer Yazılar