Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SANIRIM daha az alet edevata ihtiyaç olduğu için barış, savaşın yanında daha az donanımlı duruyor. Doğru dürüst mühimmat sahibi bir sözcük değil barış. Şöylece havada duruyor, kuş gibi. Balık gibi kaygan bir şey sanki. Savaşı ise elle tutabiliyorsun, ne güzel. Kurşun var mesela, net. Ölüyorsun sonsuz bir netlikte. Sonra tanklar var, ayak izleri elbette barış adlı enayi bir kuşunkilerden daha gözle görünür. Uçaklara ne demeli? Hele ki F 16’lar, dinlemelere doyamazsınız sesini. Hele ki şöyle taciz amaçlı kafanızın tepesinden geçsin, ciğerleriniz yarım saat sallanır gürültüsünden. Tüfek mesela, ne kadar somut bir hadise. Tutuyorsun elinle. Ama barış içinde yaşamak öyle mi! Geçip gidiyor bir kuşun tüyü gibi suyun üzerinde... Savaş daha zengin durur neticede. Üniformalar, metaller, rap rap yürüyüp hor hor bağırmalar filan. Barış meteliğe kurşun atar, bir pantolon bir gömlek şibidibidibidipdip... “Yaşamayı severiz şibidibi...” her zaman daha bir sersem durur “Öldürsek ne güzel değil mi!” cümlesinden. Öyle bir yanı vardır insanoğlunun. Neden bilmem savaştan bahsedince sanki daha ciddi bir şey konuşuyormuş da sıra barışa gelince öyle daha bir laylaylom havalardaymış gibidir. Barışın havai bir havası vardır da savaş “taş gibi”dir biraz daha.

        SAVAŞIN HAVASI

        Anlıyorum yani, savaştan konuşan insan kendini daha bir ayakları yere basar bulur. Daha bir olgun sanki. Sanki “gerçek hayattan” bahseder savaştan söz eden, barış ise devlet nizamı içinde durup dururken rüya anlatmak gibidir sanki. Genç işi, deli işi gibi bir şey. Savaş, “Biz hayat üniversitesinde okuduk aanıyo musun?” raconu keser de barış daha biraz Cambridge’te yastık yüzleri üzerine doktora yapmış gibidir. Yani kısaca söyleyecek olursak savaş havalıdır, barış biraz muhallebi çocuğu. Dolayısıyla, kendini “kaave”nin önünde zincir sallayan, dünyadaki tek emeli “kendi işini” (bir mesleği olmayanların mesleğidir bu) kurmak olan genç bir adam kadar havalı hissedenlerden “hayat dersleri” alırız. Biz barıştan söz edenler ise biraz daha TRT’den origami öğrenmeye çalışan çocuklar gibi dururuz. Bu genellikle böyle olmasına rağmen bugünlerde işler biraz değişik...

        SAVAŞA KALKAN ELLER KIRILSIN!

        Önceki gün Kadıköy’de barış için yürüyenler dayak yediler. Çünkü Dünya Barış Günü idi. Bütün dünyanın barış isteyenleri sonuna kadar döverek kutladığı günü biz de elimizden geldiğince, imkânlarımız ölçüsünde insan pataklayarak idrak ettik. Memlekette ağzını barıştan yana açacak kadar gözü kararmış insan sayısı fazla olmadığı için, altyapıdan da yeterince boksör, yakın savunma sporu ustası yetişmediği için mevcut azdı, fakat mühim değil. Biz ne de olsa gelişmekte olan bir ülkeyiz, o da olacaktır zamanı gelince. Şimdilik bu kadar insan döverek kendine düşen Dünya Barış Günü mesuliyetini yerine getirenlere şükranlarımızı sunarız. Elleriniz dert görmesin!

        TABUTLARIN SAHİBİ

        Fakat bu seferki Dünya Barış Günü’nün bize öğrettiği bir şey var. Barış isteyenlerin savaşa, dövüşe, kavgaya hazır olması gerekiyor. Savaş isteyenlerden daha fazla. Hatta belki savaş isteyenlerin bizim kadar şiddete maruz kalma ihtimali olmayabilir. Ne de olsa onlar hör hör bağırıp ondan sonra da kenara oturup tabutların gelmesini televizyondan, akşam yemeği yerken izleyebilirler. Kimse onlara, “Siz savaş istediniz, buyrun savaşın” demeyecek nasılsa. Ama barış isteyenlere, öyle görünüyor ki, “Barış istedin ha?” diyerek falaka sırası gösterilecek. Upuzun bir falaka sırası... Nasılsa tabutlar gelirken kimse dönüp “Arkadaş sen savaş diyordun, ne yapacağız şimdi bu gözleri kapalı oğlan çocuklarıyla?” demeyecek. Niyeyse yine bize dönecekler: “Barış isteyen sendin değil mi? Yürü bakalım dayağa!” Ne tuhaf değil mi? Her ölümde, her asker düştüğünde savaş isteyenlere değil, barış isteyenlere dönüyor küfür. Hem bu kadar fasulyeden sayılıp hem de bu kadar dayak yemek?.. Her seferinde “Kimse ölmesin” diyenlerin ölümden sorumlu tutulması?.. Ezcümle, barış istiyorsanız kavgaya hazır olun. Çünkü siz isteseniz de istemeseniz de dayak gelecek...

        *Başlık, Ah Muhsin Ünlü’nün “Resulullah ile aramdaki farklar” adlı şahaneler şahanesi şiirine naçizane bir göndermedir. Okunsun. Fırsat buldukça yine okunsun.

        Diğer Yazılar