İnsanın tarafında...
AHMET ile Nedim'e yaptığım ziyaretlerden biriydi. Silivri'de binaların arasında yürümek yasak, bir ring otobüse bindiriyorlar. Ziyaret bitti, ring otobüsüne bindik. Toplam en fazla on kişiyiz. Ergenekon davası kapsamında alınan tutukluların yakınları ve avukatları. Kimse kimseye selam vermiyor. "Siyasi farklılıklar" var! Gergin bir görmezden gelme, suskunluk. Devlet sevdiklerimizi atmış dar kapalıya, hiçbirimiz içeri nevresim veremiyoruz, hiçbirimiz içeriden "Görülmüştür" damgası olmayan bir sözcük alamıyoruz. Kaderimiz, kederimiz aynı ama... Siyasi farklılıklar var! Konuşulmayacak yani, birbirimizin yüzüne bakılmayacak. Otobüs, Türkiye sol siyasi tarihinin ciğerini anlatan fotoğraflardan biriydi. En çok birbirine merhametsiz Türkiye solunun "ayranı yok içmeye, her zaman enerjisi var birbirinin gözünü oymaya" halinin resmi. Dün Ahmet ile Nedim ve hapishanelerdeki bütün gazeteciler için yapılan eylemde yürürken yine o otobüs geldi aklıma. CHP'lilerle birlikte görünmemek için öte yana giden, BDP'lilerle birlikte görünmemek için beri yana kaçan ve elbette çok mühim siyasi ayrılıkları nedeniyle birbirlerine belli bir mesafede yürüyen gazetecileri görünce ve kendini demokratların sınıf başkanı gibi hisseden arkadaşları göremeyince... "Sen kimin tarafındasın kardeşim? Kendine gel!" diye bağırma ihtiyacı. Devlete karşı insanın tarafında mısın, yoksa hükümetleşen devletin tarafında mısın?
MAKUL İNSANLAR ÜLKESİ
Eğer daha makul bir ülkede, kendi gibi düşünmeyen insanların gözünün oyulmasını ağzı sulanarak izlemeyen insanların ülkesinde yaşıyor olsaydık sanırım Doğan Yurdakul'a eşine veda etme hakkı verilmemesi gereğince ciddiye alınırdı. Soner Yalçın'ın Yurdakul ile ilgili çağrısı karşılık bulurdu. Mustafa Balbay'ın çocuğunun büyümesini göremeyişi bizi derinden ilgilendiriyor olurdu. Ama öyle bir ülkede yaşamıyoruz. Entelektüel hayatımıza, gazetelere egemen olan tek bir duygu var o da düşmanlık. Bu öyle bir düşmanlık ki insanlara en temel politik ve ahlaki gerekliliği, devlete karşı bireyin haklarını koruma, iktidarın merhametsizliğine karşı insanca olanı savunma mecburiyetini unutturuyor. Bu memlekette korkutucu olan ne iktidarın otoriter tavrı, ne devletin karanlığı. Beni korkutan şey bu; kendine demokrat diyen insanların otoriteden yana saf tutmaları. Bu hastalıklı saf tutuşu her nasılsa demokratlıklarıyla açıklamaları. Bu pozisyonun giderek insan haklarına karşı bir tutuma dönüşmesi... Beni korkutan bu.
***
Yanan mahkumlar
İÇLERİNDEN biri 18 yaşında olan mahkûmlar bir cezaevi aracıyla Van'dan İstanbul'a götürülürken aracın içinde yanarak öldüler. Cezaevi aracının neye benzediğini bilen epey bir insan vardır Türkiye'de. Değil 24 saat, bir saat bile otursanız delirebilirsiniz, fiziksel olarak sakatlanabilirsiniz. Kendisine emanet edilen insanlara kurbanlık koyunlardan bile daha beter davranan, sonra da yanarak öldüklerinde "Aracın bakımı yapılmıştı, hiçbir problem yoktu, hayret nasıl oldu biz de anlamadık" diyen bir hükümet-devlete karşı durulacak yer bellidir. Hiç tanımadığınız o mahkûmların, tutukluların tarafını tutarsınız. Nitekim gazeteler de, hiç değilse bazıları öyle yaptı. Ama sıra Doğan Yurdakul'a ya da siyaseten aynı noktada olmadıkları birine gelince tanımadıkları mahkûmları manşete çıkaranlar ses vermeye o kadar hevesli olmadılar. Bu acıdır. Çok acıdır.
Yarın vardır
"HRANT'ın arkadaşları" olarak anılan bir çevredeki moral üstünlük hükümete yakın şahsiyetlere geçti, eyvallah! Hatta Hrant'ın arkadaşlarının mektubunu köşemde yayınlamam için telefon eden Hayko mektubu yayınlayacak diğer köşe yazarlarının isimlerini saydığında listede benim gözümü oymak istemeyen sadece üç kişi olması üzerine espri bile yaptım. Bu, Türkiye'nin siyasi süreciyle ilgili bir şey. Ne öfkeleniyorum, ne şaşırıyorum. Ama "Yarın yokmuş gibi yaşamanın âlemi yok" demek isterim. Sadece bugünü ilgilendiren siyasi pozisyonların, bireyin devlete karşı alması gereken temel pozisyonu bile unutturmasının bedeli ağır oluyor, olacak da. Bu otobüste bir avuç insanız... Hep öyleydi. Hep öyle olacak.
***
Hrant Ödülü
HRANT Dink Vakfı'nın Hrant'ın doğum gününde yaptığı törende ödüller verildi. Ödülü Ahmet Altan aldı. Malum ve bariz sebeplerle Ahmet Altan'la aynı yerlerde durmuyoruz hayatta. Ama ne ödülü alması beni şaşırttı ne de kimileri gibi "Vay nasıl ödül ona verilir" diyeceğim. Jüri öyle uygun görmüş. Beni kaygılandıran şey, tıpkı Murat Sabuncu'nun Milliyet'te yazdığı gibi, ödül töreni boyunca Nedim Şener'in isminin bir kere anılmamış olması. Hrant'ın öldürülmesiyle ilgili en ciddi haberlere, kitaplara imza atan arkadaşımızı hiç değilse ismini anmaya layık görmediler mi? Siyasi ayrılıkları müsaade etmedi mi Hrant için yazdığı kitap yüzünden içeride olan arkadaşımızı hatırlamaya?