Kürtler, Türkler ve memleket üzerine... İnsaniyetin tasfiyesi-2
DÜŞÜNÜYORUM da, insan, insanlık tarihi önünde bir teferruat. Tarihin en çabuk tasfiye edilen parçası... İlk tahliye edileni. Hatta çoğu kez insan, insanlık tarihinin merhametsiz, süngülü işleyişi önünde derisi incecik bir çocuk...
Önceki gün, Kürt sorunundaki kilidin eşitlik sorunu olduğunu yazmıştım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Türklerle Kürtlerin eşit olduğunu kabul etmediğini, etmeyeceğini yazmıştım. Karşılıklı insaniyetin tasfiyesi üzerine yürüyen merhametsizlik tarihinden söz ettim. Devam ediyorum.
SIVI STATÜKO
Hüseyin Yayman'ın KCK operasyonlarına taammüden yer vermediği, 1920'lerden bu yana yazılan devlet raporlarını bir araya getiren "Türkiye'nin Kürt Sorunu Hafızası" kitabını okuyan her aklı başında insan şu sonuçları çıkarır:
Meseleyi "halletmek" ve "idare etmek" merkezinde hazırlanan statüko yanlısı raporlar birbirini tekrar etmiş (öldürelim, bastıralım, susturalım), sorunu hakikatle ve siyasetle anlamaya çalışan herkes, dünyanın bütün yolları, okulları, fabrikaları (ve bugünlerde alışveriş merkezleri) Güneydoğu'ya yapılsa bile sorunun çözülemeyeceğini ifade etmiş ve ivedilikle susturulmuştur. Meselenin sahici bir eşitliği tesis etme sorunu olduğunu hemen hiçbiri açıklıkla söylemese bile biraz vicdan sahibi bütün raporlar buna işaret etmiştir.
Bugün her ne kadar "statüko" terimi siyasi iktidar tarafından bir küfür gibi kullanılmaya başlanmış olsa da 1924'ten itibaren devletin kılcal damarlarına sinmiş olan bu tutum aynen ve fakat daha sersemletici yöntemlerle devam etmektedir. Statüko artık sıvı haldedir: Muktedir o gün hangi kabı kullanıyorsa onun şeklini almaktadır. Yıllar boyunca Kürt hareketi içinde siyasi çözüm yanlısı kadrolar cinayetle, parti kapatmayla, hapse atılmakla susturulmuşsa bugün de şizofrenik birtakım suçlamalarla (hem Ergenekoncu hem PKK taraftarı?! gibi) aynı siyaset devam ettirilmektedir.
Son yirmi yıldır Kürtler siyaset yapmak için altı parti kurmuş, beşi kapatılmıştır. Her üç yılda bir insani sermayesinin imhasına dayanabilen bir hareketi hayretle karşılamamak elde değildir. Hele ki son günlerde akıl almaz bir hırs ve hınçla Kürt sorununun çözümü için siyaset yapabilecek Kürt jenerasyonunu hapse tıkan KCK operasyonları göz önüne alınırsa devletin ortada sadece kendi beğendiği Kürtler kalıncaya kadar bu "siyaseten katli" sürdüreceği ortadadır.
Kim ki "E herhalde bunun bir sonu gelir" diye düşünüyorsa, fazla iyimserdir. Bu, devlet tarafı. Devlet, Kürtlere "merhamet" bağışlayacak, ama önce diz çöktürecektir. Bu başından beri böyleydi, bundan sonra da "Zerdüştlerin"(!) kaderi bellidir!
İktidar, kendi siyasi tabanı içinden bile gelse (Fethullah Gülen Hareketi içinde çıkmaya başlayan bu tür sesleri niye duymuyorsunuz acaba?) insani sesi tasfiye edecek, zaten Kürt tarafından gelecek benzer seslerin hiç gözünün yaşına bakmayacaktır. Çünkü, sahici bir eşitliği, eşit siyaset yapma tesis edersek kafamıza fena fikirler üşüşür!
TEFERRUATIN SIRASI
Gelelim "aydın Türklere". Onlar Kürt sorununa bakarken de içlerini, en dibine kadar sahici bir eşitlik duygusuyla yıkadılar mı?
Yıllardır Kürt ve Türk aydınlarının buluşmalarına tanık olmuş biri olarak söyleyeyim. Orada da bir eşitlik yoktur. Bir önceki yazıda uzun uzun "denge" meselesinden söz etmemin nedenine geliyorum şimdi. Ya hâkim ırktan gelmenin derin suçluluk duygusuyla Kürt siyasetini lüzumundan fazla yüceltmek, büyüsüne kapılmak, en yılmaz bekçisi olmak ihtirası vardır... Ya da ve belki de daha fenası öğüt verme, yol gösterme kibri.
En kötüsü de Türk tarafı adına müzakereci psikolojisine girmektir ki tedavisi mümkün değil. Nasıl ki yıllarca gazeteciler Güneydoğu'ya giderken safari kıyafetlerini giyindilerse Türk aydınları da Kürt halkının nasıl direnmesi gerektiğiyle ilgili derslerle dopdolu bir belletmen tiplemesine giriverir, kendini tutamaz. (Hep Bico'nun şiddetle arasına mesafe koyması gerektiğini söyleyen beyaz dostuna söylediği söz geliyor aklıma: Nasıl direneceğimize de mi beyaz adam karar verecek?)
Bu ikisi arasındaki bir denge noktasını bulmak önemlidir. Çünkü birlikte iş yapılacaksa -mesela bugünkü Kongre gibi- bu siyasal ve tarihsel psikolojik mesele ciddiye alınmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde değil "birleşmek", konuşmak bile mümkün değildir. Nasıl ki devlet Kürt sorununda bir tekrar ahmaklığına düşmüşse biz de aynı ahmaklığı sürdüreceğizdir.
Bu yazı kimilerine "Sırası mı şimdi bu teferruatın?" sorusunu sorduracaktır. Tarih boyunca insani olanın tasfiyesi bu soruyla başlamıştır. Unutmamalı: Merhametsiz insanlık tarihi önündeki ince derili çocukların yeniden konuşabilmesi için inanması, inanması için de kardeşinin kalbinden şüphe duymaması, onu kendi kalbi sayması gerekir. Bugün bir şey olacaksa artık buradan olacaktır.