Kaleler
BİR teorim var. İnsanlar ikiye ayrılıyor. Kimisi kumdan kaleler yapıyor, düzgün, kenarları belli, önceden tasarlayarak. Kimisi ise sulu kumu alıyor ve elinin ucundan akıtarak ortaya çıkacak şekli bilmeden ve her seferinde olmakta olana şaşırarak yaşıyor. Kimisi yapıyor yani, kimisi oluyor. Siz hangi kalesiniz? Benim ne olduğum zaten belli. O yüzden bazen denk getiremiyorum akıttığım kumu kaleye. Öyledir çünkü. O akan kum bazen yıkar yapıyı, bazen denk gelir yükselir yapı. Yanı başında ciddiyetle hayatlarını inşa edenler vardır. Sen sadece yaşarsın. Hayretle özürlü...
YÜKSELMEYEN KALE
Her ikisinin de bir bedeli var elbette. Ben sadece benimkini biliyorum. Sonunda özgeçmişime yazılmayacak bir sürü şey yaşamış olacağım. Sonunda tıpkı benim gibi özgeçmişinde yazılı olmayan binlerce hikâye yaşamış, yorulmuş, gözlerinde o yarı kırık bakışla dolaşan, pek konuşmayan, zaten konuşmadan da anlaşan insanlar olacak etrafımda. Şu fazla enerjik insanlardan kimse olmayacak ortalıkta. Muhtemelen onlara nazaran bir ud taksimi gibi geleceğiz kulağa. İyi mi derseniz bu durum... Hepimiz olduğumuzdan başka bir şey olamayacağımızı, fazla zorlamanın da anlamı olmadığını bilecek yaştayız değil mi? Ben o yaştayım. Akıttıklarımla kalenin çoğu zaman yükselmeyebileceğini ama bunu değiştirmek için çok geç olduğunu bilecek yaşta.
ROMAN KAHRAMANLARI
Son günlerde Tunus’ta, Beyrut’ta roman kahramanı gibi insanlarla karşılaştım. Yazmıyorum. Çünkü kimsenin ilgisini çekmiyor. Herkes memleketteki boğucu siyasi (gibi görünen) tartışmalarla daha ilgili. Kimse bu dünyanın dışına çıkıp bir taze nefes almak istemiyor gibi sanki. Başka hayatlar, başka insanlar, başka hikâyeler kimsenin pek umurunda değil gibi. Tunus’ta dansöz bir gazeteci, ajanlık teklifi almış ve ne yapacağını bilmeyen bir İngiliz, Suriye’de anneannesinin evini restore etmeye gitmiş ve bir kitap yazan genç bir Amerikalı kadın, Bahreynli, tesettürlü, kocası hapiste olan bir kadın, kendini Ortadoğu büyüsünde kaybetmiş genç bir Amerikalı ve daha kimler kimler... Böyle olunca dünya haritasından şehir isimleri siliniyor ve yerlerine orada yaşayan, tanıdığınız insanların isimleri geliyor. Benim durumumda ise dünya haritası üzerinde onlarca kumdan akıtma kale... Bir sonraki ay nerede olacağını bilmeyen bir sürü insan. Yolculuklar arasında âşık olan, unutan, evler kurup yıkan, otele giderken yanlışlıkla “Eve gidiyorum” deyiveren insanlar... Sanırım birbirimizden başka çaremiz yok. O yüzden sokuluyoruz birbirimize. İnşaatçılar bizi istemediğine göre, evet, pek de çaremiz yok gibi.
YOLUN ŞEFKATİ
Hangi kale olduğunuzu belirleyen şey yol değil aslında. Sadece eğer bir akıtma kale insanıysanız yol daha şefkatli geliyor insana. Daha çok saklıyor beceriksizliğinizi. Yani sanırım öyle. Yol bunun için zaten, duramayanlar için. Durabilenlere aşkolsun! İnşa edip sonra da onu korumak için heves duyanların, buna sabredenlerin hepsine aşkolsun... Ama bana hikâyenin sonunu tahmin edebilmek ölüm gibi geliyor. Bir hayat seçersen ölümü seçmiş oluyorsun sanki. Peri gömleğini çıkarmış oluyorsun. Ölümlülerin arasına karışmış kör topal bir peri gibi... Ne bileyim işte. İçim bugünlerde böyle...