Gölge kuşları
KENDİ gölgelerinden ibaret bir kuş sürüsü geçiyor Boğaz'ın üzerinden. Klarnet taksimi kokuyor hava. Çok uzak bir mahallede, tepelerde, tepelerin de ardında hatta, bir sobanın başında buluşan adamları görüyorum. Merhabalarından nefes buğusu çıkıyor kapıda, içeride sözlerin dumanı kalmıyor. Isınıyorlar, gülümsüyorlar birbirlerine yaklaştıkça. Birinin aklından "İnsan acaba yalnızken daha mı çok üşür?" gibi bir soru geçiyor, "Sigara?" diye soruyor sadece sobanın etrafındakilere. Havadan sudan konuşuyorlar önce. "Gözüm" diyorlar birbirlerine, "Ciğerim" diye alıyor lafı öteki. Böyle kestane kebabı gibi söz, elden ele, çok bekletmeden ve hızla çoğalırken sesler, açılıyor konu. Bir karar alacaklar bu adamlar. Canlarına nasıl tak ettiğini anlatmaya gerek duymayacak kadar birbirlerinin canlarından haberdarlar. Sobanın başında bir karar alınacak. Beceriksizce bir karar, kesin olmayan bir karar. Kesin olan tek şey bir karar alındığı. Tepelerde öyle bir şey oluyor, görüyorum.
★
Kendi gölgelerinden ibaret bir kuş sürüsü geçiyor İskenderiye Limanı üzerinden. Hastane önünde bekleyen gençlere polisler engel koyuyor Kahire'de. Rasha bağırıyor, "Yeter artık! Kifaya! Onun gözünü aldınız, şimdi de onu görmemizi mi engelleyeceksiniz!"
Malek'in dün Tahrir Meydanı'nda plastik mermiyle bir gözünü aldılar. Geride kalan tek
gözünü açtığında "Meydan'daki ihtiyaçları kim karşılıyor?" diye sordu. Arkadaşları gözünü kaybettiğini anlamadığını sandılar. Oysa biliyordu, ama Malek sadece ve hâlâ Tahrir'i merak ediyordu. Devrimlerini çalan ordudan gözünü alamayacaktı besbelli, devrimi geri alabilir miydi, bunun peşindeydi. Rasha, Twitter'da dün bu yüzden, ağladığı besbelli, bütün dünyaya "Domuzlar! Malek'in gözünü aldılar!" diye yazıyordu. Malek'in odasından çıktılar, nerede otursak diye konuştular. Oturdular ve konuştular. Bir karar alacaklardı. Nasıl bir karar? Tam görünmüyor buradan. Kesin olan tek şey karar alındığı. Görüyorum.
★
Şam'da, tepelerden adamlar bıraktılar güvercin sürülerini. Güvercin sürüleri başka sürüleri kandırmak için kırıtıyor, salınıyor, göz süzüyor havada. Halhalları var, gerdanlıkları var ve yine de kendi gölgelerinden ibaretler. Halep'te bir adam, hapishaneye girip çıkmış bıyıklarını buruyor. Kahroluyor adam bir yandan, bir yandan birilerini bekliyor evinde. Arap Ligi'nin kararı bir yanda, bir yanda Esad rejimi... "Böyle olmamalıydı" diyor adam, bıyıkları da aynı fikirde. Kapı çalınıyor. İki kere. Sonra bir kere daha. Adam kapıyı açıyor. Gelenlerin bıyıkları da girmiş çıkmış hapse. Bıyıklar karşılıklı bir şeyler mırıldanıyor. Oturuluyor. Birazdan karar verilecek. Nedir? Bilemiyorum. Ama görüyorum, karar veriyorlar.
★
Tahran tepelerindeki kuşlar, rahatlıkla geçmiş olabilirler Kudüs'-den. O yüzden kendi gölgelerinden ibaret olabilirler. Gölge gibi dalgın, kederli. O topraklar boyunca eğer bir savaş çıkarsa ölmeye gidecek binlerce genç adamı görmüş olmalılar. Hiç düşünmeden, o anda. Ortadoğu'nun tozu kadar kıymetsiz hayatlarından bombalar yaratacak, kendileri gibi genç adamları öldürecek bombalar olabilecek genç adamlar... Bütün o küçük, toz rengindeki evlerdeki, kimsenin adını bilmediği adamların tek tek ve tek başlarına karar alışlarını görmüş olmalı bu kuşlar. Sonsuz sayıda ölüm imkânıyla yüklü kanatları, ağırlaşıyorlar. Gazze yayılıyor topraklara, görüyorlar. Her yer Gazze olabilir bir günde. Dünyanın sonrası olmaz, öyle. Tahran'da birileri bir sobanın başında karar alıyor işte. Kum'da, Necef'te, Felluce'de, Beyrut'ta... Sobalarının başında, toz zerresi gibi insanlar, insanlığın kör bakan gözlerine doluşmak için kararlar alıyorlar.
İnsanlık, yarın yokmuş gibi koşuyor tarihin karanlık bir sayfasına...