Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÇOCUKLARIMIZI yoktan yere içeri tıkıyorlar. Mahkeme kapısı önünde, sokakta yeterince kalabalık toplanabilirsek onları geri alıyoruz. Olan budur! Sadece çocuklarımızı değil, kardeşlerimizi, sevgililerimizi, karılarımızı, kocalarımızı, hatta bazen annelerimizi alıyorlar içeri ve eğer dışarıda yeterince kalabalık birikmezse "Oh! Neyse ki bu sefer sesleri çıkmadı!" deyip yapacaklarını yapıyorlar. Olan budur!

        Ayazda bekliyoruz, soğukta bekliyoruz, kapılarda bekliyoruz, ateşler yakıp bekliyoruz, birbirimize sokulup bekliyoruz. Dünyadaki terörist sayısının üçte birini Türkiye'den çıkarmayı başaran, bu teröristleri de Deniz Gezmiş anmasına katılmak, şemsiye sahibi olmak, poşu takmak ya da Lenin'in kitabını okumak gibi sebeplerden "üreten" bir mekanizma içindeyiz. Olan budur!

        Benim bile kitabımı yasaklamışlar hapishanede, dün haberi geldi. Türkiye'nin on yıllık açlık grevleri, ölüm oruçları tarihini anlatan, politik tutuklu ve hükümlü annelerle yapılan röportajlar üzerine kurulu "Ne Anlatayım Ben Sana!" gibi bir kitabı bile hapishaneye sokmuyorlar. Bu yaşanan, eskisine oranla daha becerikli, daha profesyonel bir "Hayata Dönüş Operasyonu"dur. Evet, olan budur!

        İŞTE HAYATINIZ!

        Hayatımız şöyle geçiyor. Dün Taksim'de Özgür Gündem'e yapılan baskıları kınamak için insanlar toplandı. Yine dün Ali Deniz ve Baran kardeşlerimizin mahkemeye getirilmesini bekledi insanlar. Poşu taktığı için içeri tıkılan Cihan Kırmızıgül'ün davası sürüyor. Hopa davasından çocukları kurtardık diye sevinirken aynı saatlerde 19 öğrenciyi İstanbul'da içeri tıktılar.

        Biri Boğaziçi Üniversitesi'nden Şeyma. Annesi Sultan Hanım yeni öğrendiği Twitter'dan sesini duyurmaya çalışıyor. İçim eziliyor her seferinde. Şeyma, "İnsanın babası 'Kızım ben senin yanındayım' deyince bütün dünya ona karşı olsa umurunda olmuyormuş" demiş annesine, onu yazmış mesela.

        Necati var sonra. Abisi Şafak Henden, kendisi de kardeşi Necati gibi öğrenci, bir mektup yazmış. Kardeşi tıpkı diğerleri gibi Deniz Gezmiş anmasına katılmak, Metin Lokumcu'nun öldürülmesini protesto etmek gibi "dehşetengiz terör eylemlerine" katılmış. Daha binlercesi var böyle. Seslerini duyuramıyorlar.

        Bir süre önce yazmıştım bunu, seslerini dışarı duyurmak isteyen mahkûm ve tutukluların mektupları gönderilmiyor. Bunun hakkında şikâyet yazacak oluyorlar, o da aynı şekilde cezaevi içinde kalıyor. Hatta ben de mahkûmların mektup yazması yasaklanan yazarlar içindeyim. Ha, "Gönderseler ne olacak?" diyeceksiniz. O da doğru. Dışarıda yazacak gazeteci kalmadı, kalanlar korkuyor. Geberiyoruz korkudan, olan budur!

        SUS KARDEŞ, SIRA SANA GELMEZ!

        Banu Güven birkaç ay önce kendi blogunu kurdu, yayın yapıyor. "Helal olsun" demek isterim öncelikle. Sanırım eninde sonunda hepimizin yapacağı bu olacak. Geriye sadece hakikaten habercilik yapmak isteyen, hakikaten sözünü söylemezse yaşayamayacağını hisseden insanlar kalacak ve kendi medyalarını kuracaklar.

        Hopa davasından tek haberi Twitter üzerinden alabildiğimize göre bir gün hepimiz Banu Güven olacağız kesin. Olmak zorunda bırakılacağız. Önce kahrolacağız. Kahır birikecek. Sonunda dayanamayacağız ve konuşmaya başlayacağız. Ya da acaba şöyle mi demeli?

        "Susma! Sustukça sıra sana gelecek" diyoruz ya bağıra bağıra sokaklarda. Doğru değil aslında. Susarsan sıra sana gelmeyebilir. Şansın da yaver giderse yani ve yeterince susarsan hakikaten sıra sana gelmeyebilir. Seçim orada zaten. Sıra sana gelmesin diye bir böceğe mi dönüşeceksin yoksa "Haydi bakalım" deyip... Mesele budur!

        Not: Bu linkten Banu Güven'in yaptığı son gazetecilik işine ulaşabilirsiniz ve (ıkım sıkım sıkılan gazeteci arkadaşlara söylüyorum) kıskanabilirsiniz:

        BANU GÜVEN'İN İNTERNET SİTESİ

        Bu da benim kitabın yasaklanmasının dışında insanların içeride çektiklerinin haberi:

        BİANET

        Diğer Yazılar