Demir Leydi
"HERHALDE uzun zamandır hiçbir konuda bu kadar bölünmemiştik" dedi benimle bu hafta söyleşi yapan bir İngiliz kadın gazeteci, teybi kapattıktan sonra. Bahsettiği Margaret Thatcher'ın ölüm haberi. "Ofiste bile çalışma arkadaşlarım ikiye ayrılmış durumda, inanamıyorum. Herkes çok duygusal."
Başka hiçbir politikacı hakkında İngiliz toplumu böylesine zıt ve yoğun duygular beslemiyor. Bir tarafta onu gelmiş geçmiş en başarılı siyasetçilerden biri addedenler; Thatcher makamını bıraktıktan sonra dünyaya geldikleri halde onu kendilerine "rol modeli" olarak gören genç kızlar; radyo programlarında ağlayan ev hanımları, yas tutan kitleler... Öbür tarafta ondan düpedüz nefret edenler, arkasından zehir zemberek konuşanlar ve yazanlar.
Öyle bir noktada ki, meşhur Oz Büyücüsü filminin "Cadı Öldü" şarkısı İngiltere'de müzik listelerine girdi. Hayranlık ile tepkiselliğin ortası yok adeta. Bütün ülke tutkulu bir tartışmanın içinde. Hani biz Türkiye'de alışkınız bu tür kutuplaşmalara, dalgalanmalara, bölünmelere. Ama ben ilk defa İngiliz toplumunu bir konuda bu kadar kutuplaşmış görüyorum. Tüm bunların merkezinde bir kadın ve geride bıraktığı siyasi miras var.
*
Ama gelin bir an için Margaret Thatcher'ı tartışmayalım. Merak ediyorum. Kadın olmasının bir rolü var mı böylesine duygusal ve tepkisel yorumlar almasında? Hemen "Ne ilgisi var?" demeyin. The Daily Beast'in bu haftaki haberine göre, erkek siyasetçiler ile kadın siyasetçileri algılama biçimimiz çok farklı. Bu dünya genelinde böyle. Mesela erkek siyasetçilerin nasıl göründükleri çok fazla önemsenmiyor. Kilolu ya da cılız, kısa boylu, saçlı veya saçsız, sakallı, bıyıklı, yakışıklı ya da çirkin olmalarının pek ehemmiyeti yok.
Peki kadın siyasetçiler için öyle mi? Onları ne giydikleri, saçlarının rengi ve biçimi, yüzlerine estetik yaptırıp yaptırmadıkları, her ayrıntı didikleniyor. Hem basın hem toplum hem de diğer siyasetçiler iki kat acımasız olabiliyor. Kadın politikacılar fazla bakımlı ve alımlı olduklarında eleştiriliyorlar; hatta güzelseler bu onlar için bir dezavantaj oluyor. Öte yandan en ufak bir ihmalkârlık, bakımsızlık affedilmiyor.
Bu yüzden seneler evvel Hillary Clinton, basın mensuplarına sitem ederek, o meşhur sözünü söylemişti: "Bosna'dan (yani Bosna dramı gibi önemli bir meseleden) konuşurken konuyu değiştirmek için saç modelimi değiştirmem yeterli oluyor."
Keza erkek siyasetçilerin babalığı yahut kocalığı da pek konuşulmuyor. Kaç kez rastladınız böyle bir inceleme yazısına? Hemen hemen hiç. Oysa kadın siyasetçiler bu açıdan da didikleniyor.
*
Margaret Thatcher'ın anneliğiyle ilgili çok yazı yayınlandı. Çocuklarıyla arasının açıldığı bilinen bir gerçek. Ancak bu "çalışan bir anne" olduğu için değil, bir evladını öteki evladına üstün tuttuğu için yaşanan bir kırgınlık.
Oğlu Mark'ı kızı Carol'dan daha çok seviyor, destekliyor. Kızı, yazdığı biyografide eleştirel cümleler kullandı. Sadece iş düşünen, banyoda bile siyaset konuşan bir anne olduğunu ima ederek.
Velhasıl kadın siyasetçilerin işi hakikaten zor. Ve Türkiye'den de biliyoruz ki geçmişte bazıları, erkek egemen politika dünyasında ayakta kalabilmek için erkek siyasetçilerden daha erkeksi, daha devletçi, daha mutlakiyetçi ve hatta militarist bir dil kullandılar.
Bir dönem kapandı. Bundan sonra yeni, kadınlığıyla barışık ve öncüllerinden çok farklı kadın siyasetçiler görmek istiyoruz.