Uzun evliliklerin sırrı nedir?
BİR kitapçıda dolaşıyorum. "Uzakdoğu Felsefesi" kitaplarının bulunduğu reyona dalmamla yaşlıca bir çiftle burun buruna gelmem bir oluyor. Birlikte durmuş kitaplara bakıyorlar. İkisinin de saçları bembeyaz, yüzleri kırış kırış. El ele tutuşmuşlar.
Kadıncağız, en azından seksen küsur olmalı, özenli, tiril tiril bir döpiyes giymiş, mavinin en duru tonu; kocası aynı biçimde şık ve bakımlı, elindeki bastona yaslanmış. Ve ben, bütün kafası karışık, ruhu türbülanslı yaratıklar gibi böyle bir manzara karşısında kalakalıyor, duygulanıyorum.
"Ya ne güzel" diyor içimden bir ses, "Hakikaten bir yastıkta kocamışlar, helal olsun."
Anında ikinci ses giriyor devreye, çünkü hiçbir zaman tek sesli olmayı başaramadım. O da diyor ki: "Ne biliyorsun belki bu adamın dördüncü, kadının da üçüncü evliliği. Eski eşlerini yeni gömdüler. Ardından kıydılar nikâhı. Torunlarının, çocuklarının itirazlarına rağmen."
Olur mu olur? Merakla inceliyorum çifti. Kadına odaklanıyorum bilhassa. Mutsuz mu? Ezilmiş mi? Hayallerini gerçekleştirebilmiş mi? Ataerkillikle boğuşmuş mu? Kadıncağız sezmiş olmalı, aniden dönüp gülümsüyor bana. Utanıyorum aklımdan geçenlerden; içimde taşıdığım cümbüşten. Bir gayya kuyusu zihnim. Çık çıkabilirsen dehlizlerinden.
Alıyor beni bir merak. Uzun evliliklerin sırrı nedir acaba? Bir formül olmalı. Sıradan metalleri altına çeviren bir simyacı. Her uzun ömürlü evlilik, mutlu mesut birliktelik demek değil elbette. Ama 40-50 senedir evli olan ve hâlâ el ele tutuşabilen yaşlıları görünce gülümsemiyor musunuz?
Bakıyorum ki çıkamıyorum işin içinden ve mademki kitapçıdayım, sevdiğim yazar ve düşünürlere sormaya karar veriyorum. Belki içlerinden biri biliyordur cevabı. İki adım ötede, siyaset felsefesi kitaplarının arasından, pos bıyıkları ve kararlı duruşuyla ters ters bakıyor Nietzsche. Ona soruyorum evvela. Yanıtı şöyle: "Mutsuz evliliklerin sebebi aşk eksikliği değil, dostluk eksikliğidir."
Güzelmiş. Demek önce dost olmak lazım. İngiliz edebiyatı reyonunda Oscar Wilde karşılıyor beni. "İnanma Friedrich'in saçmalıklarına" diyor. "İnsan hep âşık olmalı ve hep âşık kalmalı. Bu yüzden hiç evlenmemeli."
"Peki o zaman bu kadar çok insan niye evleniyor?" diye soruyorum.
"Gayet basit" diyor bilmiş bilmiş. "Erkekler yorulunca evlenirler; kadınlar da meraktan. Sonunda her iki kesim de düş kırıklığına uğrar."
Üst katta, denemeler bölümünde saygıdeğer Montaigne var. Ona soruyorum. Diyor ki: "Evlilik kafese benzer. Dışarıdakiler içeri girmeye uğraşırken, içerideki kuşlar dışarı kaçmaya can atar."
"Peki mutlu evlilik olamaz mı?" diye soruyorum. "Olur elbette" diyor ve formülünü veriyor: "İyi evlilik, sağır bir koca ve kör bir kadın arasında mümkündür."
Yani koca, karısının dırdırını duymayacak, kadın da kocasının yanlışlarını görmeyecek! Nasıl olacaksa?
Birkaç adım ötede, Albert Einstein'ın posteri asılı. Usulca yaklaşıp ona danışıyorum. "Erkekler, hiç değişmeyecekleri umuduyla evlenir kadınlarla. Kadınlar ise değişecekleri umuduyla evlenir erkeklerle. Sonunda iki taraf için de sukut-u hayal kaçınılmazdır." Koskoca Einstein! Bir bildiği vardır muhakkak.
Halil Cibran'a rastlayınca eski bir dostla karşılaşmış gibi seviniyorum. "Birbirinizin kabını doldurun ama sakın aynı kaptan içmeyin. Birbirinize ekmeğinizden verin ama aynı somunu bölüşmeyin" diyor. "Çınar ve selvi, iki ayrı ağaç, birbirlerinin gölgesinde büyümesinler."
Demek ki herkes kendi bireyselliğini korumalı. İyi de, pardon ama, bizim Türk erkekleri bu kadar bireysel bağımsızlık kaldırır mı? En sonunda kitapçıdan çıkıp anneanneme danışıyorum. Ne de olsa o bilir. Cevabı şöyle: "Sen bakma o yazarlara. Uzun evliliğin tek sırrı var evladım. İyiyi kötüye yama yapmak!"
Ellerimizde iğne iplikler, demek dikeceğiz bol bol. Gördüğümüz eksikleri, kusurları, delikleri, yırtıkları kapatacağız ipek kumaştan yamalarla.
Düşünüyorum da ancak bir kadın verir bu formülü. Ve anneannemin kuşağından bir kadın.
Bizim kuşak biraz daha farklı. Garip bir ikilemi var modern insanın, özellikle modern kadınların.
Bir yandan seçeneklerimiz çoğaldı, bir yandan kafa karışıklığımız...