Biraz Madrid, biraz Buenos Aires hafif Miami, ucundan Los Angeles
Küba seyahatimize bıraktığımız yerden devam ediyoruz.
Dün de yazdığım gibi Küba, yerli dilinde “yaşamak için güzel bir yer” anlamına geliyor. Doğanın cömertliği açısından gerçekten de öyle. Ve galiba Küba’nın talihsizliği de bu kadar güzel olması. Keşfedildiği 1492 yılından itibaren sürekli olarak “tecavüze” uğramış bir ada.
Önce adaya adını veren halkı soykırımdan geçirilip ortadan kaldırılmış.
Yüzlerce yıl sürecek bir kölelik dönemi başlatmış İspanyollar ve ülkeyi dibine kadar sömürmüşler.
Küba tarihinin son 150 yılı da bu boyunduruktan kurtulmaya çalışmakla geçmiş. Bu nedenle de Küba’da neredeyse yılın her gününde bir olayın kutlaması veya anması var. Sürekli bir bağımsızlık çabası içinde geçen yüzyılı aşkın bir süre.
Küba’da “komünizm” hayli eskiye dayanan bir siyasi arayış.
Jose Marti ile başlamış.
Zaten Küba’nın en büyük kahramanı da o.
Komünist Parti’nin kuruluşu 1895’e dayanıyor.
O dönemde Küba halkının büyük arzusu İspanyollardan kurtulmak.
Nitekim 20. yüzyılın başında bunu başarıyorlar ama İspanyollar gidiyor, yerine Amerikalılar geliyor.
Yüzyılın ilk çeyreğinde Amerikan şirketleri ve özellikle de mafya kaynaklı eğlence ve kumar endüstrisi Küba’nın üzerine çöküyor.
Yüzyılın başında kölelikten kurtulan Kübalılar, bu kez “ücretli köle” olarak Amerikan şirketlerinin eline düşüyorlar.
Küba zengin bir görüntü vermeye başlıyor ama bu zenginlik sadece görüntüde.
Halk sömürülüyor. Fakirlik, gelir adaletsizliği arşıâlâya çıkıyor.
Amerikan şirketleri Küba’da büyük paralar kazanıyor ama bunu Kübalılara koklatmıyorlar.
Batista’nın Amerikan destekli baskı rejiminde hoşnutsuzluk doruğa çıkıyor.
Ve Kübalılar bu kez Amerika’dan kurtulmak için örgütlenmeye başlıyorlar.
Kendilerine önderlik eden ise yüzyılın başında 36 yaşında ölen Jose Marti’nin ilkeleri.
Fidel Castro önderliğindeki gençler önce kırsalda örgütleniyorlar. Devletin üzerlerine gelmesiyle birlikte bazıları bir süre Güney Amerika ülkelerine dağılıyorlar.
Zaten Küba için mücadele eden tüm vatanseverlerin kaderi bu. Zaman zaman başta Meksika olmak üzere Güney Amerika’ya gidip geri dönmek.
Sonra yeniden ülkeye dönüyor ve ülkenin güney kesimindeki dağlarda üstleniyorlar.
Hareketin başında zengin bir ailenin çocuğu olmasına rağmen devrim ateşiyle yanan Fidel Castro var.
Yanında ise Arjantinli bir başka devrimci Ernesto Che Guevara.
Sonunda 1959 yılında bu genç adamlar devrimi gerçekleştiriyor ve ülkenin yönetimini ele geçirip Amerika’ya ülkeden kovuyorlar.
Küba’da bugün durum belki sefalet ama 1959 yılında dönüp bakarsak, o zaman için yapılan bir gereklilik.
Devrim aslında büyük başarı ama sonrasında ekonomik gerçeklere ayak uyduramamak başarısızlık.
Tabii bunda burnunun dibindeki ABD’nin ambargoları ve baskıları da etkili.
KÜBA’DAKİ 7 METRE UZUN
Bu özet tarih bölümünden sonra yeniden bugünün Küba’sına dönelim.
Havana’nın şaşaalı günlerinde nasıl bir kent olduğunu hayal etmek çok kolay. O şahane binaları sağlam halde düşünmek yeterli.
Biraz Madrid, biraz Buenos Aires, hafif Miami, ucundan Los Angeles.
Ve hatta az biraz Washington.
“Washington nereden çıktı?” demeyin.
Havana’nın orta yerinde Amerikan Kongre Binası’nın benzeri değil aynısıyla karşılaşırsanız sakın şaşırmayın.
Bire bir aynısı.
Tabii rehberimiz buna katılmıyor. “Bizimki 7 metre daha yüksek” diyor ve o bina şu an büyük bir restorasyondan geçiyor.
Önümüzdeki yıl bitince Küba Parlamentosu bu tarihi binaya dönecek. Küba yönetimi son dönemde bazı binaları restore etmeye başlamış.
Bunlardan bazıları bitince otele dönüşecek.
Ancak restorasyonlar biraz uzun sürüyor.
YABANCI ZİNCİRLER SIRADA
Mevcut oteller ise son derece şık binalarda ama dökülüyorlar.
Oteldeki bir yetkiliyle “Niye onarmıyorsunuz?” diye konuşuyorum.
“Ülkede yatak sayısı çok az. Restorasyon için oteli kapatmamız mümkün değil. Zaten izin de vermiyorlar” diyor.
Uluslararası zincirler Havana’da otel için sırada. Sistem biraz ağır işliyor.
Yabancı zincir binayı beğenip devletten talep ediyor.
Küba devleti bu binayı kendine ait bir şirkete devrediyor.
Bu şirket kirayı ve onarım parasını işletmeciden alıyor ve binayı restore edip işletmeciye kiralıyor.
Haliyle işler biraz ağır yürüyor.
Bu nedenle de Küba, turizmdeki potansiyelini yeterince kullanamıyor ama yine de son yıllarda hayli mesafe kat etmişler.
CASA PARTICULARE VE TÜRK ERKEKLERİ
Küba’da turizm için oteller kadar “casa particulare” denilen ve bizim pansiyonlar gibi düşünebileceğiniz “evler” de turistlere hizmet veriyor. Fiyatları uygun ve gayet temiz, kalınabilecek evler.
Tabii Türkler için bu biraz zor olabilir.
Çünkü birkaç hafta önce tatsız bir hadise yaşanmış.
Böyle bir ev kiralayan bir Türk grubu, olay çıkarmış.
Gece eve Kübalı seks işçilerini getirmişler.
Bunda bir gariplik yok.
Ama daha sonra içkinin de tesiriyle önce eve getirdikleri kadınlardan bazılarını öldüresiye dövmüşler, sonra da duruma müdahale eden ev sahibini.
Olay polise intikal etmiş.
Evin “çalışma ruhsatı” iptal edilmiş ve şimdi casa particulare işleten aileler evlerini “erkek Türklere” kiralamama kararı almışlar.
5. CADDE ŞAHANE, RUS ELÇİLİĞİ HARİÇ
Havana’nın hâlâ güzelliğini tam anlamıyla koruyan yeri Miramar.
Belli ki, vaktinde müthiş bir yerleşim yeriymiş. Beverly Hills’ten, Malibu’dan daha şık evler, villalar Miramar’ı oluşturuyor.
Kimi denize bakan, kimi geniş bahçeler içindeki evlerin özellikle 5. Cadde diye bilinen yol üzerindekileri şimdi büyükelçiliklere ait.
Bazılarında da Küba’da görev yapan yabancılar oturuyor.
Bir bölümü de Kübalılara ait.
Kübalılara ait olanlar eski yüzleriyle zaten hemen belli oluyor.
Bu şahane evlerin fiyatları ise komik.
50 ila 150 bin cuc’a (1 cuc, yaklaşık 1 Euro), muazzam bir ev almak mümkün.
Tabii Kübalı iseniz.
Ama Kübalı iseniz böyle bir paranızın da olması mümkün değil.
Garip bir denklem.
5. Cadde’deki evlerin güzelliğini anlatmak mümkün değil.
Mahalledeki tek çirkin bina ise Rus Büyükelçiliği.
Yemin ederim bizim TOKİ bile bu kadar çirkin bir bina yaptıramaz.
Kalın ve küt bir kule formundaki bina sanki o dönemde Sovyetler’in Küba’ya hâkimiyetini anlatmak için inşa edilmiş.
MİRAMAR DEMİŞKEN
Miramar’daki şahane evlerin bir bölümü restoran, bir bölümü kulüp haline gelmiş.
Bir taksi şoförüne, “Güzel bir gece kulübü var mıdır buralarda?” diye sorduğumda adamın bana dönüp Türkçe “Looking for a orospu barı” demesiyle düştüğüm hayreti anlatmam mümkün değil.
Miramar’da o tür yerler de var ve anladığım kadarıyla “o” barların müşterileri arasında bir hayli Türk de olmalı ki, taksi şoförü bile dilimize hâkim olmuş.
HEMINGWAY’LE DAIQUIRI
Bar demişken bana göre Havana’nın en güzel barı Floritidas.
Şehrin merkezinde tarihi bir bar.
Hayli meşhur; çünkü Ernest Hemingway bu barın müdavimi. Daha doğrusu müdavimi imiş. Barın içinde Hemingway’in her zaman durduğu köşeye bir heykelini koymuşlar.
Hemingway’le beraber daiquiri’nizi yudumluyorsunuz.
Gerçekten de dünya klasında bir bar.
Yemekler Küba işi ama içkiler muazzam.
Her yerde olduğu gibi burada da canlı müzik var ve 1 cuc karşılığında size istediğiniz her şarkıyı söylüyorlar.
Müzik kalitesi her yerde muazzam.
Floritidas’ta hem müzik şahaneydi hem de şarkıları söyleyen kız.
BUENA VISTA SOCIAL CLUB
Ünlü Buena Vista Social Club ise her gece Cafe Taberna’da sahneye çıkıyor.
Tabii artık grubun yarısı Hakk’ın rahmetine kavuştuğu için gidenlerin yerini gençler almış. Gençler dediysem, Buena Vista’ya göre genç sayılabilecek 70 yaşında gençler. Grubun yaş ortalaması 65’ten başlayıp 90’a doğru gidiyor.
Süper söylüyorlar ama insan yüreği ağzında dinliyor, her an biri hücceten gidecek diye. Grubu gençleştirsin diye dansçı bir kız ve dansçı bir oğlan da almışlar aralarına.
10 mojito’dan sonra benim de dansçı kızın teklifine “Hayır” diyemeyip uzun uzun dans ettiğimi ve Kübalıları danstan tiksindirdiğimi söylememe gerek yok.
BİRAZ SABIR LÜTFEN
Dün pek çok okur mesaj atıp “Küba deyince akla gelen iki şey var. Biri sağlık, diğeri puro, onları niye yazmadın?” dedi.
Ben de biraz sabır diyorum.
Hepsini yazacağım. Başta kanser olmak üzere pek çok alanda dünyanın en iyisi olan Kübalı doktorları ve sağlık sistemini önümüzdeki günlerde anlatacağım.
Purolar ise özel ilgi alanım olarak tütün tarlasından sarıma kadar detaylı bir biçimde yazılacak.
ESKİ AMERİKANLAR
Küba deyince akla gelen ilklerden biri de eski Amerikan otomobilleri.
1959’da Amerikalılar ülkeden atılınca otomobillerini bırakıp gitmişler.
O otomobiller hâlâ yollarda. Yani en yenisi 1959 model.
Kimileri yenilenmiş, gıcır gıcır.
Kimileri ise dökülüyor ama hâlâ yürüyor.
Yenilenmiş olanlar genelde turistik hizmet verenler.
Boya, kaporta her şey tertemiz. İç döşemeler yapılmış, çok şıklar.
Ancak pek azının tamamı orijinal kalabilmiş.
Şahane bir Cadillac Coupe de Ville’i kullanan şoföre “Motor orijinal mi?” diye soruyorum. “Orijinal Toyota” yanıtını alıyorum.
Pek çoğunun motoru, dizel yeni motorlarla değiştirilmiş.
Ama yine de çok hoşlar.
Benim antika otomobillerden nefret eden eşim bile Küba’da bu otomobillere hayran kaldı.
Sonra da bana dönüp “Ama Küba’da güzel bunlar, İstanbul’da değil” diyerek tehditvari bir durum tespiti yaptı.
Bazıları gerçekten çok ender bulunabilecek, kimileri milyon dolar etmesi muhtemel bu eski Amerikanlar, Havana sokaklarında cirit atıyor. Biz de Havana’daki tüm gezilerimizi bu üzeri açık eski Amerikanlarla yapıyoruz zaten.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce