Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

TÜRKİYE Zarrab davasına bayağı bir kilitlenmiş.

Siyasetten iş dünyasına, mahalle kahvesinden sosyetik davete kadar her yerde mevzu bu.

Herkesin birbirine sorduğu ve sanki kimilerinin New York’un havalı “law firm”lerinden birinde çalışıyormuşçasına bilgiç bir edayla yanıtlamaya çalıştığı sorular şöyle:

-Zarrab öttü mü, ötmedi mi?

-İtirafçı olup Oklahoma’da yeni bir hayata mı başlayacak?

-Giderken ABD ile anlaşarak mı gitmişti?

-Türkiye’de öldürülme korkusu nedeniyle mi ABD’ye gitmeyi tercih etti?

-Türkiye kendisini İran’a satar diye mi korktu?

-İran ajanları kendisini kaçırıp Zencani ile birlikte yargılayacak diye mi tüydü?

-Sanıklıktan çıkıp tanık olması, sanık sandalyesine Türk siyasetçilerini oturtmak anlamına mı geliyor?

-Zarrab ve işbirlikçileri Türkiye’de adam gibi yargılansaydı bu işler başımıza gelir miydi?

-Zarrab’ın Türkiye’deki mal varlığına niye el konulmuyor? Kızıp daha çok öter diye mi?

-Zarrab mal kaçırmak için boşanma davasında malların büyük bölümünü Ebru Gündeş’e tazminat olarak mı verecek?

-Bu işi niye milli bir mesele haline getirdik ki, bize ne Zarrab’dan?

-Zarrab yargılanırken niye Cumhurbaşkanı’mız hedef alınmış oluyor? Bugünlerde herkesin birbirine sorduğu sorular bunlar. Yanıtları ise pek yakında New York sinemalarında. “Zarrab’ın ötmesi önemli mi?” sorusuna aydınlatıcı bir misal ise hemen alttaki yazıda...

*************

BÜYÜK ABIHER ŞEYI GÖZLÜYOR

TÜRKİYE’deki bir dış ticaret şirketinin üst düzey yöneticisi, oğlunun üniversiteye kaydolması nedeniyle eşiyle birlikte bir süreliğine ABD’ye gider.

Yaklaşık 1 ay kalacakları için küçük bir daire kiralamayı tercih ederler.

ABD’ye gidişlerinin 1. haftasında bir sabah erken saatte evin kapısı çalınır.

Adam kapıyı açar.

Karşısında takım elbiseli iki adam ve döpiyesli bir kadın durmaktadır.

FBI kimliklerini gösterip kendisine birkaç soru sormak istediklerini, arzu ederse aşağıdaki bir kafede veya otomobilde konuşabileceklerini söylerler.

Adam, “Gerek yok, buyurun evde konuşalım” der ve 3 FBI ajanını eve davet eder.

Herkese kahve hazırlar ve masaya otururlar.

Ekibin lideri olduğu anlaşılan kadın, adamın şirketinin İran’la yaptığı ticaret konusunda çok detaylı sorular sormaya başlar.

“Bu teklifi niye verdiniz?”

“Bu ürünü niye sizden almadılar?”

“Bazı tekliflerinizde fiyatlar çok yüksek? Niye?” gibi sorular ardı ardına gelir.

Adam da bazı malları İran’a satmamaları konusunda temsil ettikleri ABD şirketinin onayıyla satışı gerçekleştirmemek için bilerek yüksek fiyat verdikleri gibi detaylara kadar tamamı yüzde yüz doğru yanıtlar verir.

1 saat kadar süren “sorgu sohbetin” ardından FBI ajanları yanlarındaki çantadan, Türkiye’deki şirketin İran’la yaptığı tüm yazışmaların kopyasını çıkarır ve masaya koyarlar.

Müdürün verdiği bilgiler ile FBI’ın elindeki belgeler bire bir örtüşmektedir.

Kadın ajan, “Bize doğru yanıtlar verdiğiniz için çok teşekkür ederiz” der ve giderler.

Türkiye’deki şirketin müdürü, İran’la yaptıkları tüm yazışmaların birer kopyasının FBI’ın elinde olmasından dolayı bugün bile şaşkındır.

Anlayacağınız, bugünün dünyasında süper güçler için gizli saklı bir şey pek yok.

Sadece işlerine geldiği gibi kullanmayı, çıkarlarına uygun zamanda ortaya dökmeyi tercih ediyorlar.

***************

PORTOLU oyuncu Aboubakar, takımının puan kaybettiği maç sonunda, bir üst tura çıkmayı garantileyen bir dönem kiralık olarak formasını giydiği Beşiktaş tribünleriyle üçlü çekmiş.

Herkes pek bir memnun.

Bence de sorun yok ama Aboubakar’ın bu hareketinden memnun olan taraftara bir sualim var.

Aynı şeyi şu anda Beşiktaş forması giyen bir futbolcu, eski takımı Beşiktaş karşısında bir başarı elde ettiği zaman yaparsa ne yaparsınız?

Ne vefakâr bir sporcumuz var, helal olsun” mu dersiniz yoksa futbolcuya ana avrat küfreder ve “Atın bu şerefsiz haini takımdan” diye mi bağırırsınız?

Hangi takımı tutarsanız tutun...

Samimi bir yanıt verin lütfen.

***************

Şükran Günü’müz eksik

GERÇEKTEN cıvıtmaya başladık galiba.

Cadılar Bayramı geleneğinin Türkiye’ye ithal edilmesini “Çocuklar eğleniyor” diyerek normal görmeye çalıştım ama artık işin cılkı çıkıyor.

Şimdi de “Black Friday” saçmalığı milli gün haline getirilmeye çalışılıyor.

Neymiş efendim, o gün ABD’de çok ürün satılıyormuş, birçok indirim oluyormuş, ekonomi canlanıyormuş, cartmış, curtmuş.

İyi de bunu Türk kaşığıyla Amerikan pisliği yiyecek şekilde ABD ile aynı gün ve aynı isimle yapmak şart mıdır?

Böyle bir şeyi kendimize özgün, kendimize göre bir tavır ve kendi belirleyeceğimiz bir zamanda yapamaz mıyız?

Şart mıdır “Kara Cuma” ya da bilmem ne cuma demek?

Ayıp değil midir koskoca bir medya grubunun yazarlarının, o gruba ait internet pazarlama şirketinin satış yapmasına sağlayacak şekilde yazılar yazmaları.

Korkarım pek yakında “Thanks Giving Day” diyerek “Şükran Günü”nü de kutlamaya başlarız.

Hele bir medya grubu da hindi üretim işine girerse...

Kesin başlarız.

Maliye ve İçişleri mi!

KAÇAK sigara mevzuunda okurlar, “Vergi böyle olunca tabii ki kaçak sigara içeriz” diyor yüzlerce mail’de ve “Keşke vergi konusunu da dile getirseydiniz” diye sitem ediyorlar.

İlk gün getirdim oysa.

Zaten konu, fahiş vergilerin kaçağı getirmesinden başladı bu köşede.

Garip olan hem vergi koyup kaçağı teşvik eden bir yönetim anlayışı var hem de kaçakla mücadele etmeyen.

Bence burada Maliye Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında bir uyum sorunu var.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kötüye tepki göstermemenin iyilere yapılmış haksızlık olduğunu anladığımız zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar