Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy ile Güneydoğu Anadolu turumuza devam ederken bir yandan da sohbet ediyoruz.

Bakan Ersoy, Türkiye’nin en büyük turizm gruplarından birinin patronluğundan kalkarak oturduğu Bakanlık koltuğunda çözüm odaklı ve süratli bir tempo içinde.

Bakanlık bürokrasisi de yeni Bakan’a uyum sağlamaya çalışıyor.

İsmi lazım değil yıllardır Bakanlık’ta çalışan bir bürokrat, “Biz böyle bir şey görmedik. Sürekli bir koşturma halindeyiz. İnanılmaz bir hızla hareket ediyor ve çok hızlı karar alıyor” diyor.

Doğrusu ben de böyle bir tempo görmedim.

Hiçbir yeri sindiremeden koştura koştura dolaşıyoruz.

Ersoy dinliyor, bilgi alıyor, görüyor ve ilerliyor.

Bürokratik protokolden çok sıkıldığını da görüyorum.

Mardin’de sabah 8’de Ulu Cami’deyiz.

Biraz gayret etsek sabah namazını kılanlarla karşılaşacağız neredeyse.

Ulu Cami müthiş bir eser.

Artuklular döneminde yapılmış.

Tam Mardin’i yansıtıyor.

Minaresinde tüm dinlerden ve hatta tek tanrılı olmayan kadim inançlardan semboller taşıyor.

Üzerindeki kufi yazılar İran etkisini gösteriyor.

Ancak camiyi fazla inceleyemeden Dara’ya doğru yola çıkıyoruz.

ÖLÜLER KENTİ DARA

Ancak arada uğramamız gereken bir yer daha var.

Deyrulzafaran Manastırı.

Orayı da hızla geziyor, 15 yıldır Mardin Metropolitliği görevinde olan Oxford mezunu Metropolit Hazretleri ile sohbet ediyoruz.

Sonra Dara.

Yolda otostop yapan gençleri de toplamayı ihmal etmiyoruz.

Dara’da 1. Yüzyıldan kalma Roma dönemine ait kaya mezarlarını (nekropol) ve daha sonra burayı ele geçiren Perslerin katlettiği Roma askerlerini topluca gömdüğü bir toplu mezarı geziyoruz.

Tabii koşarak.

Oradan yine koşa koşa Dara’nın meşhur Roma dönemi sarnıçlarından en büyük olanına gidiyoruz.

Biz sarnıçın merdivenlerini inerken, Bakan Ersoy merdivenleri hızla geri çıkıyor.

Ardından Dara’daki bir tarlaya inen bir askeri Sikorsky helikoptere tıkışıp Şanlıurfa’ya doğru yola çıkıyoruz.

ŞAHANE BİR MÜZE BİNASI

Urfa’da ilk durağımız yeni yapılan Urfa Müzesi.

Tam müzeye uygun, çok şahane bir yapı. İçinde Göbeklitepe ağırlıklı olmak üzere bölgedeki tüm kazılardan elde edilmiş buluntular ve eserler sergileniyor.

Arada dönem canlandırmaları, 10 bin yıl öncesinin yaşam tarzını gözlerimizin önüne seriyor.

Müzede bize rehberlik eden kişi Şanlıurfa İl Kültür Müdür vekili.

Şahane bir genç. Heyecanlı heyecanlı anlatıyor. Belli ki yaptığı işe aşık.

Müze ile ilgili eleştirilerimi aşağıda bir başka başlık altında yazacağım.

Ben müzeyi gezerken, Bakan Ersoy 200 metre ilerdeki Mozaik müzesi’ne geçmiş bile.

GECEKONDUDAN ÇIKAN MOZAİKLER

Biz de peşinden o tarafa seğirtiyoruz.

Mozaik müzesi gerçekten müthiş.

Bulunması ise tamamen tesadüf.

Urfa Müzesi’nin yanına bir park yapmak için çalışmalar başlatılıyor ve ilk kazma vurulduğu anda yerden mozaikler fışkırıyor.

Park projesi hemen durduruluyor ve çevredeki gecekondular da boşaltılarak arkeolojik kazılar başlıyor. Ve alttan inanılmaz bir mozaik hazinesi çıkıyor.

Rehberimiz o günleri şöyle anlatıyor:

“ Tam mozaikleri bulduk, yan tarafta toprağı kaldıran iş makinası lağım borusunu patlattı ve tüm lağım buraya akmaya başladı. Biz de takım elbiselerle lağıma atlayıp, dalgıç pompaları yerleştirdik. Mozaikleri kurtarmak için”

Bir Roma generalinin villasının tabanındaki mozaikler olduğu zannediliyor buluntuların.

Villa bir sele maruz kalmış ve içine alüvyonlar dolarken duvarları yıkmış ve içeriyi, mozaiklerin üzerini çamurla doldurmuş.

Yaklaşık 1900 yıl sonra gün yüzüne çıkarılıncaya kadar.

Mozaik Müzesi gerek iç ve gerek dış mimarisi ile çok güzel bir bina ama içindeki mozaikler hakikaten gördüklerimin en sağlamları değilse de en iyileri arasında.

Fırat’tan toplanan taşlarla yapılan mozaiklerin bazılarında metrekarede 12 bin taş var ve bazı yerlerde aynı rengin 17 ayrı tonu doğal taşlarla elde edilmiş.

Ardından Göbeklitepe.

Kaçıncı kez gittiğimi hatırlamadığım Göbeklitepe.

Orada bizi karşılayan Göbeklitepe arazisinin sahibi olan köylü ve Kazı Başkanı.

Zaten Göbeklitepe’nin keşfine vesile olan ilk taş heykeli bulan da bizi karşılayan köylünün amcası olur.

Sarılıp öpüşüyoruz hemen.

Göbeklitepe’yi muhtemelen gördüğü en büyük kalabalıkla geziyoruz.

Pek çok Urfalı Göbeklitepe’yi ilk kez görüyor bu vesile ile.

Ama bilgileri müthiş. Sadece gelip görmemişler.

***

MÜZE Mİ SERGİ Mİ?

Şanlıurfa Müzesi’nin çok hoş bir binası olduğundan ve içerde geniş bir koleksiyon sergilendiğinden söz ettim. Müze hem arkeolojik hem paleantolojik hem de biraz da etnografik şekilde düzenlenmiş.

Bunda hiçbir yanlış yok. Hatta böyle olması lazım.

Ancak Türkiye’de müzecilik konusunda, hele bu tarz müzecilik konusunda benim bazı eleştirilerim var.

Müzeler hele hele bu tip müzeler sadece bir sergi alanı değildir.

Biz sergicilikle müzeciliği karıştırıyoruz.

Şanlıurfa Müzesi gibi, bölgenin kültürel gelişimine katkı sağlayacak olan ve bir yandan da bölgede yürütülen ve uzun yıllar yürütülecek kazılara, çalışmalara ev sahipliği yapacak olan bir müzenin sergi alanlarından çok daha geniş bir alanı; araştırma alanı, çalışma alanı ve depo olarak ayırması gerekir.

Müzenin içinde veya çevresindeki binalarda bu araştırmaları yürütecek enstitülerin bulunması, bunların gerekli teknoloji ile donatılmış olması ve bölgedeki tüm çalışmaların merkezi halinde olması gerekir.

Genç arkeologların buralarda çalışması ve yetişmesi şarttır.

Mardin Müzesi’nin bahçesinde ilk okul öğrencilerinden oluşan gruplara arkeolojik kazı çalışmaları yaptırılması ne kadar hoş ise Şanlıurfa Müzesi’nde bu saydıklarımın olmaması büyük bir eksikliktir.

***

GÜNEYDOĞU VE TURİZM

Mardin’de ve Urfa’da karşılaştığımız, konuştuğumuz herkes bölgenin kültürel ve tarihi değerlerini gayet iyi biliyor, bunun dünyaya anlatılmasını, tanıtılmasını istiyordu.

Buraların bir turistik destinasyon haline gelmesi, özellikle Avrupalı turistlerin buraların ekonomisine katkıda bulunması en büyük arzuları.

Ancak zurnanın zırt dediği yer burası.

Niye mi?

Anlatayım.

Mardin’de gece kaldığımız otele döndüğümüzde bütün sıcak altında dolaşmaktan bitap düşmüş vaziyette buz gibi bir bira çekti canım.

Sorduğum zaman “Otelimizde alkollü içki satmıyoruz” yanıtı aldım.

5 yıldızlı turistik otel ve bira bile yok.

Urfa’da da durum farklı değil.

Kente bir iki otel dışında alkollü içki satılmıyor.

Elbette ki, herkes özgür.

Kimse alkollü içki satmak, bulundurmak zorunda değil.

Satmayabilirsiniz.

En doğal hakkınızdır.

Ancak böyle bir tercihi yaptığınız zaman “Bize Batılı, bol paralı turist gelsin ve buranın kalkınmasına katkı sağlasın. Kentin gelir düzeyi artsın” diyemezsiniz.

Ben “Neyse canım” der geçerim.

Alman, Fransız, İngiliz, Amerikalı, Japon geçmez.

Bırakın otelde içki satılmamasını, akşam gideceği bir lokantada, akşamüzeri keyif yapacağı bir kafede canının istediği anda bir kadeh içemeyecekse oraya gelmez o turist.

Meraktan gelse bile kalmaz.

Para mara da bırakmaz.

Bakar gider.

Siz de arkalarından bakarsınız.

Ben söylemiş olayım da, karar sizin.

***

NE ZAMAN OLURUZ?

İsteklerimiz ile davranışlarımız birbirine uyumlu olduğu zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar