Disipline sorumlusunu verin
CHP’de yine kriz var.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun baş tacı ettiği, Ahmet Davutoğlu tarafından alnından öpülme “Şerefine nail olmuş” eski Musul Konsolosu Öztürk Yılmaz, Habertürk’te katıldığı bir yayında “Ezan Türkçe okunmalıdır” deyince en sert tepkiyi kendi partisinden gördü.
AK Parti “Cehape zihniyeti değişmemiş” diyerek durumun keyfini çıkarırken, CHP “Bizim böyle bir arzumuz yok, ezan Arapça okunmalıdır” diye peş peşe açıklamalar yaptı ve Öztürk’ü de disiplin kuruluna sevk etti.
Ancak burada çok önemli bir yanlış, bir haksızlık var.
Eğer CHP’de birisi Öztürk Yılmaz’ın bu sözleri nedeniyle disiplin kuruluna sev edilecekse bu kişi Öztürk Yılmaz değil, Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Öztürk Yılmaz’ı Davutoğlu’ndan devralarak CHP’de giderek daha etkin konumlara taşıyan kişi bizzat genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Emekli Büyükelçiler Faruk Loğoğlu ve Osman Korutürk gibi sonuna kadar saygın, sapına kadar dış politika uzmanı olan iki ismi Meclis dışına atan, iddialara göre Namık Tan gibi bir önemli diplomata partinin kapılarını kapatan Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi CHP’nin dış politikasını Öztürk Yılmaz’a emanet eden kişidir.
Bu yüzden de Öztürk Yılmaz o sözlerin sahibi olabilir.
Ancak o sözlerin asıl sorumlusu Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
***
MEDYA VE PR FAALİYETLERİ
Demirören Medya Grubu’nun başındaki Sevgili Mehmet Soysal’la tanışıklığımız çok uzun yıllara dayanır.
Soysal’ın Türkiye Gazetesi’nde genç bir gazeteci olduğu yıllara.
Neşeli, rahat, birlikte çıktığımız seyahatlerde iyi ve eğlenceli bir seyahat arkadaşı olarak tanırım kendisini.
Mehmet Soysal, Demirören Ailesi Milliyet’i aldığından bu yana grubun en tepe yöneticisi.
Şimdi Hürriyet’inden Kanal D’sine büyüyen medya grubunu da o yönetiyor.
Ve ilginçtir, köşesini daha etkili bir gazete olarak bilinen Hürriyet’e taşımadı, hala Milliyet’te yazıyor.
Soysal son yazısında “Medya ile reklamverenler arasındaki” PR ilişkisine değinmiş.
Son derece yerinde bir yazı.
Medya ile reklamveren şirketler arasında elbette iş ortaklığından kaynaklanan yakın ilişkiler oluşuyor.
Ancak son yıllarda bu ilişkinin ölçüsünün kaçtığını, ilişkinin kurumsal olmaktan uzaklaşarak, neredeyse bazı gazetecilerin reklamverenlerin ve kimi PR ajanslarının temsilcisi haline geldiğini görüyoruz.
Şirket gezilerine katılmaktan neredeyse gazetenin yolunu unutan, kendileri PR ajansına dönüşen gazeteciler görüyoruz. Öyle az sayıda falan da değil.
Demeç gazeteciliğinin de önüne geçmiş bir “Tanıtım gazeteciliği” dönemi yaşanıyor.
Elbette içinde haber var ise geziye katılınır.
Ama bir şartla.
Gereken sorular var ise onlar da sorulur.
Ancak siyasetçilere soru sorma alışkanlığını kaybeden gazeteciler artık iş dünyasına da soru sormuyor, onların tanıtım aracı olmaktan öte bir işlev sergilemiyorlar.
Hepsinden beteri, kimi gazeteciler ile kimi reklamverenler arasında “Tamamen duygusal” ilişkiler başladığı konuşuluyor etrafta.
Ben kendi adıma Sabah Gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğum dönemde bu tarz “Beleş” gezilere katılımı yasaklamış, bu tür davetlere ancak gezinin içeriğiin haber değeri taşıması ve muhabir veya yazarımın masraflarının gazetem tarafından ödenmesi koşuluyla izin vermiştim.
Ne yazık ki, Habertürk’te medyayı saran bu duruma karşı duramadık ama yine de bazı kriterler getirdik.
Bu yüzden de Mehmet Soysal’ın bu durumu eleştiren yazısını çok önemli buldum.
Bu yazı Demirören Grubu'nun kendi bünyelerini de saran bu hastalığa ve medya üzerine düşürdüğü bu gölgeye karşı bir önlem almak istediğini düşündürdü bana.
Tabii nereden başlayacağını çok merak ediyorum.
Tepeden mi, yoksa aşağıdan mı!
***
KÜFRE ZİYARET
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Kadir Mısıroğlu’nu ziyaret etmiş.
Kadir Mısıroğlu’nu şahsen tanımam.
Akli veya nakli bilimleri konuştuğumuz Teke Tek Özel programlarından birinde bazı izleyiciler “Bu konuları Kadir Mısıroğlu ile de konuşun, programa davet edin” dediği zaman kendisi ile ilgili fikrimi şöyle beyan etmiştim:
“Ben bu isimde bir bilim insanı tanımıyorum. Bilim insanı olmayanları da buraya davet etmiyorum”
Epey bir küfür yediğimi tahmin edersiniz.
Gerçekten de Mısıroğlu’nu bir bilim insanı olarak tanımadım.
Benim için o, bu ülkenin kurucusuna, Kurtuluş Savaşımızın tüm kahramanlarına hakaret hatta küfür ederek ilgi çeken biri olmaktan öte değildi Mısıroğlu.
Türkiye’yi kuranlar veya kuruluşu elbette eleştiriden müstesna değildir ama küfürden müstesnadır.
Hele hele 'bu ülke kurtulmasaydı daha iyiydi' diyecek kadar gözü dönmüş olanlara kulak bile kabartılmaz.
Üstelik Mısıroğlu’nun küfürlerinden Diyanet İşleri ve eski Diyanet İşleri Başkanları da payını sık sık almış, onun hakaret dolu sözlerine mazhar olmuşlardır.
Ki bunlar arasında AK Parti’nin kurucusu olmuş Diyanet İşleri Başkanları bile vardır.
Ali Erbaş bu ülkede toplumun önemli bir bölümünün saygısını kazanmış insanlara, bu toplumun ortak değerlerine küfreden böyle bir adamı bir üst düzey bürokrat olarak ziyaret etmiştir.
Bir gün kendisini görürsem kendi kurumu dahil ortak ya da geniş paydaya sahip değerlerimize küfreden birini ziyaret ederken ne düşündüğünü ve ne hissettiğini sormak isterim.
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Temizliğe evimizden başladığımız zaman.
- Bana katlanan herkese teşekkürler1 yıl önce
- NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?1 yıl önce
- Mirası kim paylaşır1 yıl önce
- Uçlara güç veren bir Anayasa1 yıl önce
- İçimizdeki İrlandalılar1 yıl önce
- Dünün güneşi, bugünün çamaşırı1 yıl önce
- Plan mı pilav mı!1 yıl önce
- Kalksa da görsek1 yıl önce
- İnce dedikodular1 yıl önce
- Oran değil, fark önemli1 yıl önce